Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi ( Ankara , TÜRKİYE )
1.) ANKARA DEVLET RESİM VE HEYKEL MÜZESİ : Ankara’nın Altındağ ilçesinin Ulus semtinde, Namazgâh tepesinde bulunan sanat müzesi ve kültür merkezi.
6 Nisan 1980 tarihinde hizmete giren müze, 1927’de “Türk Ocakları Merkez Binası” olarak inşa edilmiş olan ve I. Ulusal Mimarlık Akımının en güzel örneklerinden kabul edilen tarihi binada yer alır. Cumhuriyet öncesi ve sonrası Türk plastik sanatının tarihinin oluşum ve gelişim dönemlerini yansıtan sanat eserlerini içeren zengin bir koleksiyona sahiptir. Müzede Osman Hamdi Bey’den Abdülmecid Efendi’ye, Şeker Ahmet Paşa’dan Fikret Mualla’ya, Şevket Dağ’dan Şefik Bursalı,İbrahim Çallı, Abidin Dino’ya çok sayıda sanatçının orijinal eserleri sergilenmektedir.
Müze binasında operet temsillerine uygun bir sahne mevcuttur. Ankara’nın ilk Kültür ve Sanat Salonu olarak hizmet vermiş olan bu sahne, günümüzde gerek Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin operet temsilleri için gerekse başka sanat kurumları ve özel sanat topluluklarının konserleri ile kültürel amaçlı kongre, panel ve konferanslar için kullanılmaktadır.
Avni Lifij Tarafından Resmedilen ” KARA GÜN ” İsimli Eser Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesinde Sergilenmektedir.
KOLEKSİYON
Müzede Daimi sergilerin teşhir edildiği 6 salon mevcuttur. Bu salonlarda 750 kadar yapıt sergilenmektedir.Müze envanterinde 1114 resim bulunduğu tahmin edilmektedir.
Türk sanatçılara ait Cumhuriyet öncesinden günümüze kadar tarihlenen resim, heykel, seramik, baskı ve Türk süsleme sanatı eserleri sergilenir. Şeker Ahmet Paşa,Abdülmecid Efendi, Hüseyin Zekai Paşa, Halil Paşa, Hoca Ali Rıza gibi ressamların resimleri ilk bölümde, İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Namık İsmail gibi sanatçıların eserleri ise Cumhuriyet Dönemi ürünlerinin sergilendiği ikinci bölümde yer alır.
Koleksiyonun ilk yapıtları, Osman Hamdi Bey’in “Silah Taciri”, Vasili Vereşçagin’in “Timur’un Mezarı Başında”, Zonaro’nun “Genç Kız Portresi”, Emel Korutürk’ün “Gazi’ye Şükran” tablolarıdır. Yapı 1976 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’ndan bu dört tanınmış tabloyla birlikte teslim alınmıştı.
Müzenin oluşumu 1978 yılında devlet kurumlarındaki sanat eserlerinin toplanmasıyla sağlandı. Sanat eserlerinin tespit edilip toplanması için oluşturulan sanatçı grubu Eşref Üren, Turan Erol, Arif Kaptan, Orhan Peker, Refik Epikman, Osman Zeki Oral, Şefik Bursalı’dan oluşuyordu. Ekip, koleksiyona değecek değerde 500 kadar eser belirledi; bu eserler bir başbakanlık genelgesi ile toplandı, restorasyon ve konservasyonları yapıldı.
Milli Kütüphane’nin kurucusu Adnan Ötüken’in başlattığı tablo alımları sonucu oluşan koleksiyonda yer alan bazı eserler restore edilerek müze koleksiyonuna eklenmiş; yurt dışındaki müzelerden tablo satın alınarak daha da genişletilmiştir.Şeref Akdik’in eşi Sara Akdik’in kırk yapıtlık Şeref Akdik koleksiyonu, Çelik Gülersoy’un yedi yapıtlık hat koleksiyonu, Emel Korutürk’ün İbrahim Çallı portreleri, İbrahim Cimcoz’un İbrahim Çallı portresi, Hikmet Onat, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eşref Üren ve Arif Kaptan’ın birer yapıtından oluşan bağışları ile koleksiyon genişledi.1997 yılında yapılan sayım ve tespit çalışmalarına göre koleksiyonda toplam 4687 eser bulunmaktaydı.Müze binasında bulunması gereken resimlerin çeşitli kamu kurumlarına dekor amaçlı verilmesi gibi nedenlerle müzenin resim koleksiyonu zincirinde kırılmalar olmuştur.
ADRES : Hacettepe, Türkocağı Sk., 06230 Altındağ/Ankara , TÜRKİYE
TELEFON : (0312) 310 20 94
ÇALIŞMA SAATLERİ : 09 : 00 – 17 : 30
ÇALIŞMA GÜNLERİ :
TATİL GÜNLERİ :
GİRİŞ ÜCRETİ : Ücretsiz
BAKSI MÜZESİ ( Bayburt, TÜRKİYE )
2. ) BAKSI MÜZESİ : Bayburt’a 45 km uzaklıktaki Bayraktar Köyü’nde kurulu sanat müzesidir. Kurulduğu Bayraktar Köyü’nün eski adı olan baksı sözcüğü eski Türklerde bilgin, hekim, şaman anlamlarına gelmektedir. Müze, çağdaş sanat ve geleneksel el sanatlarına ev sahipliği yapmaktadır.
Sergi salonları, depo müze, atölyeler, konferans salonu, kütüphane ve konukevi gibi bölümlere sahip olan müze 40 dönümlük bir alanda kurulmuştur. Bayburtlu sanatçı ve akademisyen Prof. Dr. Hüsamettin Koçan tarafından 2012’de inşa edilmiştir. 2000 yılında oluşmaya başlayan müze fikri, 2005 yılında bir Baksı Kültür Sanat Vakfı ile gelişmeye devam eder. Ana bina, 2010 yılında devletten hiçbir maddi yardım almadan, tamamlanır. 2010 yılı Haziran ayında İstanbul Modern Tanıtımı, Temmuz ayında ise halka açılışı yapılmıştır. 2012 yılında Müze’nin yeni sergi salonu olan Depo Müze açılmıştır.
Baksı Müzesi, Avrupa Parlamenterler Meclisi himayesinde verilen “2014 Yılı Avrupa Konseyi Müze Ödülü”nü, 8 Nisan Salı günü Strazburg, Palais Rohan’da aldı.Ödülün simgesi olan Joan Miro’nun Güzel Göğüslü Kadın isimli bronz heykelciği 1 yıl boyunca Müze’de sergilendi.
Ana Sergi Salonu : 1500 m2’lik ana sergi salonu, Güncel Sanatın ve Tasarımların sergilendiği iki bölümden oluşuyor. Periyodik sergilerin açıldığı bu bölümde günümüz sanatının ve tasarımlarına ilişkin sergiler yer alıyor. Bu bölümdeki sergileme anlayışı interdisipliner bir yaklaşıma sahip bulunuyor.
Depo Müze : Müzenin sahip olduğu koleksiyonların, korunduğu ve izleyici ile paylaşıldığı bir bölüm olarak planladı. Yaklaşık 1.000 m2’lik bir kapalı alana sahip olan Depo-Müze, 2012 yılında müze kompleksine eklendi. Bu alanda günümüz sanatının örnekleri ile birlikte; halk resmi koleksiyonu, camaltı ve işleme koleksiyonu, yazı resimler, şifa tasları, alemler, taş baskılar, çömlek ve seramikler, ehramlar yer alıyor.
ADRES : Bayraktar Köyü Çayırlar Mevkii Bayburt, TÜRKİYE
Telefon : +90 458 247 34 38 – +90 531 662 62 44
Çalışma Saatleri : 10 : 00 – 18 : 00
Çalışma Günleri : SALI – PAZAR GÜNLERİ ARASI
TATİL GÜNLERİ : PAZARTESİ , 1 OCAK VE DİNİ BAYRAMLARDA
GİRİŞ ÜCRETİ : YAKINDA DOĞRU BİLGİ AÇIKLANACAK.
WEB SİTESİ : baksi.org/
DOĞANÇAY MÜZESİ ( İSTANBUL , TÜRKİYE )
3. ) DOĞANÇAY MÜZESİ : Türkiye’nin ilk çağdaş sanat müzesi olan Doğançay Müzesi, kapılarını 2004’te halka açtı. Beyoğlu’nda, 150 yıllık beş katlı tarihi bir binada yer alan müzede Burhan Doğançay’ın eserlerinden küçük bir retrospektifle, babası Adil Doğançay’ın eserleri sergileniyor. Sanatçının müzede yer alan eserleri, onun erken dönem figüratif resimlerinden başlayıp, kent duvarlarından ilham alan işlerine ve fotoğraflarına uzanan elli yıllık sanatsal gelişimini kapsıyor.
Doğançay Müzesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve sponsor firmalarla işbirliği içinde 2005’ten bu yana temel eğitim okullarında jürili sanat yarışmaları düzenliyor ve sonuçlarını kamuoyuyla paylaşıyor. Her yıl 1500 okuldan, 8-14 yaşlarında ortalama 7 bin öğrenci bu etkinliğe katılıyor. Birinci gelenler 2006’da dört günlük Paris ve 2007’de bir haftalık Londra gezileriyle ödüllendirildi. Müze, eğitime sanat üzerinden destek vermeyi amaçlayan bu yarışmaları gelecekte de sürdürecek.
ADRES : DOĞANÇAY MÜZESİ 34435 Beyoğlu İstanbul – TüRKiYE
TELEFON : +90 212 244 77 70 – 71
ÇALIŞMA SAATLERİ : 10:00 – 18:00
ÇALIŞMA GÜNLERİ : SALI – PAZAR GÜNLERİ ARASI.
TATİL GÜNLERİ : PAZARTESİ
ZİYARET ÜCRETİ : ÜCRETSİZ
WEB SİTESİ : www.dogancaymuseum.org
Galata Mevlevihanesi’nin Ön Cephesini Gösteren 18. Yüzyıla Ait Bir Gravür
4. ) GALATA MEVLEVİHANESİ : Galata Mevlevihanesi veya diğer adıyla Kulekapı Mevlevihanesi,Türkiye’nin İstanbul ilinin Beyoğlu ilçesinde bulunan eski bir mevlevihane. Günümüzde Galata Mevlevihanesi Müzesi adıyla müze olarak faaliyet göstermektedir.
Düzenlemesi çalışmalarıyla müze fonksiyonu kazanmış olan Galata Mevlevihanesi 21 Kasım 2011 günü çağdaş müzecilik anlayışıyla yeniden ziyarete açılmıştır.
ADRES : Şahkulu Mah.Galip Dede Cd. No:15, 34420 Beyoğlu/İstanbul – TÜRKİYE
TELEFON : (0212) 245 41 41
ÇALIŞMA SAATLERİ : 09 : 00 – 18:00
ÇALIŞMA GÜNLERİ : SALI – PAZAR GÜNLERİ ARASI.
TATİL GÜNLERİ : PAZARTESİ
ZİYARET ÜCRETİ : 10 TL
WEB SİTESİ : www.galatamevlevihanesimuzesi.gov.tr
GALERİST BİNASININ BİR BÖLÜMÜ
5. ) GALERİST : 2001 yılında İstanbul’da kurulan Galerist, Türkiyeli sanatçıları ulusal ve uluslararası alanda temsil eden öncü bir sanat galerisi.Murat Pilevneli tarafından kurulmuş olan bu mekanın ismi Galeri ve İstanbul kelimelerinin birleştirilmesinden oluşmuştur.
Son yıllarda Türkiye’de üretilen güncel sanata yönelik ilginin büyük oranda artmasıyla birlikte Galerist, 2008 yılından bu yana Türkiye dışından dikkat çeken sanatçıların sergilerine de ev sahipliği yapmaya başladı. İstanbul’daki etkinliklerinin yanı sıra dünyanın önde gelen sanat fuarlarına katılan Galerist, uluslararası sanat ortamındaki konumunu ve ilişkiler ağını güçlendiriyor.
Galerist’in ana sergi alanı olan Galerist Tepebaşı 18. yüzyılda inşa edilen tarihi bir binada yer alıyor. Bu mekanda, 250 metrekarelik sergi alanının yanı sıra galerinin idari merkezi de bulunuyor.
ADRES : Asmalı Mescit Mahallesi, Meşrutiyet Cd. No:1, 34430 Beyoğlu/İstanbul – TÜRKİYE
TELEFON : (0212) 252 18 96
ÇALIŞMA SAATLERİ : SALI – CUMA 11.00-19.00, CUMARTESİ 12.00-19.00
ÇALIŞMA GÜNLERİ : SALI – CUMARTESİ GÜNLERİ ARASI.
TATİL GÜNLERİ : PAZARTESİ
ZİYARET ÜCRETİ : ÜCRETSİZ
WEB SİTESİ : www.galerist.com.tr
Milli Saraylar Resim Müzesi ( İstanbul , TÜRKİYE )
6. ) MİLLİ SARAYLAR RESİM MÜZESİ : Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi’nde 2014 yılında açılan Millî Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı müzedir.
Müzede 19. yüzyıl Osmanlı padişahlarının yaptırdığı, satın aldığı resimlerden oluşan bir koleksiyon tematik bir düzende sergilenir.30 salondan oluşan müzede, Millî Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı saraylarda bulunan resimlerin yanı sıra Milli Saraylar’a bağlı olmayan Topkapı Sarayı’ndan ödünç alınan resimler yer almaktadır.
1856 yılında inşa edilen binada 1937-2010 yılları arasında içinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Resim ve Heykel Müzesi hizmet vermiştir. 2010-2014 arasındaki restorasyon sürecinin sonunda bina Milli Saraylar Resim Müzesi’ne dönüştürülmüş; İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ise Fındıklı’da Antrepo 5’te inşa edilmekte olan yeni müze binasına taşınmıştır.
ADRES : Vişnezade Mh., 34357 Beşiktaş/İstanbul – TÜRKİYE
TELEFON : (0212) 236 90 00
ÇALIŞMA SAATLERİ : 09 : 00 – 16 : 30
ÇALIŞMA GÜNLERİ : SALI VE PAZAR GÜNLERİ ARASI ( PERŞEMBE HARİÇ )
TATİL GÜNLERİ : PAZARTESİ VE PERŞEMBE
ZİYARET ÜCRETİ : 5 TL
PLATFORM GÜNCEL SANAT MERKEZİ ( İSTANBUL , TÜRKİYE )
7. ) PLATFORM GARANTİ GÜNCEL SANAT MERKEZİ : 2001 yılında Platform adıyla İstiklal Caddesi’nde açıldı. Sergi, konferans ve etkinlikler düzenleyen kurum, İstanbul Misafirleri Programı adlı sanatçı programına ev sahipliği yaptı ve bir güncel sanat kütüphanesi ile arşivi oluşturdu.
Vasıf Kortun tarafından Osmanlı Bankası desteğiyle kurulan Platform, Osmanlı Bankası ve Garanti Bankası’nın birleşmesi sonucu Platform Garanti adını aldı. Platform Garanti, 2007 sonunda sergi programına ara verdi. Kurum, Garanti Galeri ve Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi (OBAAM) ile altyapı ve birikimlerini SALT’a aktararak 2010 sonunda faaliyetlerini tamamladı. Garanti Kültür A.Ş. bünyesinde özerk bir kurum olarak kurulan SALT’ın etkinlikleri, yenileme çalışmaları 2008’de başlatılan iki tarihi binada; 9 Nisan 2011’de açılan SALT Beyoğlu (daha önce Platform Garanti’nin faaliyet gösterdiği eski Siniossoglou Apartmanı) ve 22 Kasım 2011’de açılan SALT Galata (eski Osmanlı Bankası binası) ile saltonline.org üzerinden yürütülüyor.
ADRES : İstiklal Cad. 276 Beyoğlu – İstanbul – TÜRKİYE
TELEFON : (0212) 293 23 61
ÇALIŞMA SAATLERİ : 09 : 00 – 16 : 30
ÇALIŞMA GÜNLERİ : SALI VE CUMARTESİ GÜNLERİ ARASINDA.
TATİL GÜNLERİ : PAZARTESİ VE PAZAR
ZİYARET ÜCRETİ : 5 TL
8. ) SALT : Kamu hizmetinde, kâr amacı gütmeyen SALT Nisan 2011’de Istanbul’da kuruldu. SALT: sergi, konuşma, söyleşi, konferans, film gösterimi, performans ve atölye çalışması gibi kamu programları düzenler; disiplinlerarası araştırma projeleri yürütür.
SALT, koleksiyon ve arşivlerin ortak kullanımını öngören Avrupa müzeler konfederasyonu L’Internationale üyesidir.
SALT Beyoğlu, SALT Galata ve SALT Ulus
SALT etkinlikleri, İstanbul’da SALT Beyoğlu ve SALT Galata, Ankara’da SALT Ulus üzerinden bütünsel bir program kapsamında yürütülür. SALT Beyoğlu ve SALT Galata’nın yeniden işlevlendirme projesi, Mimarlar Tasarım/Han Tümertekin tarafından gerçekleştirilmiştir.
Salı-cumartesi 12.00-20.00, Pazar 12.00-18.00 arasında açık. Her ayın son perşembe akşamı 22.00’ye kadar açık.
Salt Beyoğlu ( İstanbul , TÜRKİYE )
SALT BEYOĞLU
9 Nisan 2011’de açılan SALT Beyoğlu, toplam 1130 metrekarelik sergileme alanının yanı sıra sosyal alanlar ile dördüncü katında bir bahçe alanını barındırır. İstiklal Caddesi’ne açılan SALT Beyoğlu yapısının geçmişi 1850-1860’li yıllara uzanır. O dönemde “Siniossoglou Apartmanı” olarak bilinen yapının girişi ticarethane olarak kullanılmakta, üst katlarda apartman daireleri bulunmaktaydı. 1950’lerde Beyoğlu’nun nüfusu azalıp yapı konut olarak kullanılamaz hâle gelince ticari, siyasi veya sanatsal amaçlarla kullanılmaya başlandı.
ADRES : İstiklal Caddesi 136 İstanbul – TÜRKİYE
TELEFON : 0212 377 42 00
ÇALIŞMA SAATLERİ : Tamirat nedeniyle geçici süre çalışmaya ara verilmiştir.
ÇALIŞMA GÜNLERİ : Tamirat nedeniyle geçici süre çalışmaya ara verilmiştir.
TATİL GÜNLERİ : Tamirat nedeniyle geçici süre çalışmaya ara verilmiştir.
ZİYARET ÜCRETİ : ÜCRETSİZ
Salt Galata ( İstanbul , TÜRKİYE )
SALT GALATA : Fransız asıllı Levanten mimar Alexandre Vallaury tarafından Bank-ı Osmanî-i Şahane için tasarlandı ve 1892 yılında hizmete açıldı. Bina, anıtsal ölçeğinin yanı sıra ön ve arka cephelerde kullanılan neoklasik ve oryantalist mimari üsluplardaki şaşırtıcı farklılık dolayısıyla İstanbul’da benzersizdir.
Tamamlandığı günden itibaren çok çeşitli nedenlerle yapısal müdahalelere maruz kalan binanın yeniden işlevlendirme çalışmaları, Ağa Han ödüllü mimar Han Tümertekin yönetiminde Mimarlar Tasarım tarafından yürütüldü. SALT Galata, mimari çalışmalar kapsamında, binanın özgün karakterini ortaya koyacak biçimde eklerinden arındırıldı ve mekânsal kurgusu çok katmanlı programın gereksinimlerine göre düzenlendi.
SALT Galata, basılı ve dijital kaynakları erişime açan SALT Araştırma, 218 kişi kapasiteli Oditoryum, yeniden tasarlanan Osmanlı Bankası Müzesi, çok sayıda katılımcıyla çalışmaya elverişli Atölyeler, arşiv malzemelerini gün ışığına çıkaran Açık Arşiv, Kafe ve Restoran, Dükkân ve sergi alanlarını içeriyor.
22 Kasım 2011’de açılan SALT Galata, Bankalar Caddesi’nde yer alır.
ADRES : Bankalar Caddesi 11 Karaköy 34420 İstanbul – TÜRKİYE
TELEFON : +90 212 334 22 00
ÇALIŞMA SAATLERİ : Salı-Cumartesi 12.00-20.00 Pazar 12.00-18.00
ÇALIŞMA GÜNLERİ : SALI – PAZAR GÜNLERİ
TATİL GÜNLERİ : PAZARTESİ
ZİYARET ÜCRETİ : ÜCRETSİZ
Salt Ulus ( Ankara, TÜRKİYE )
SALT ULUS : 3 Nisan 2013’te Ankara’da açılan SALT Ulus, Atatürk Bulvarı üzerinde, Cumhuriyet’in başlıca peyzaj projelerinden biri sayılan Gençlik Parkı’nın karşısındaki eski Osmanlı Bankası’nın ek binasıdır. Günümüzde Garanti Bankası olarak kullanılan ana yapı, Giulio Mongeri tarafından tasarlandı ve inşaatına 1926’da başlandı. Şu an SALT Ulus’un yer aldığı ek yapı ise, takip eden yıllarda aynı mimar tarafından müfettiş lojmanı olarak tasarlandı. 2002’den itibaren boş olan yapı, SALT’ın kurulmasıyla SALT Ulus olarak yeniden işlevlendirildi. Sergi ve kamu programı mekânlarını içeren SALT Ulus, ayrıca genç araştırmacıların uzun dönemli projeler yürütmesi için iki konuk araştırmacı ofisine sahiptir.
ADRES : Emek Mahallesi, No:, 12. Sk., 06250 Ulus/Çankaya/Ankara
TELEFON : (0312) 324 30 24
ÇALIŞMA SAATLERİ : Salı-Cumartesi 11 : 00 – 18 : 00 Pazar 12 : 00 – 20 : 00
ÇALIŞMA GÜNLERİ : SALI – CUMARTESİ GÜNLERİ ARASINDA
TATİL GÜNLERİ : PAZARTESİ VE PAZAR
ZİYARET ÜCRETİ : ÜCRETSİZ
Sadberk Hanım Müzesi ( İstanbul , TÜRKİYE )
9. ) SADBERK HANIM MÜZESİ : Vehbi Koç Vakfı tarafından, 1980 yılında Sarıyer, İstanbul’daki Azeryan yalısında kurulan,Türkiye’nin ilk özel müzesidir. Müze, Vakfın kurucusu Vehbi Koç’un eşi olan koleksiyoner Sadberk Koç’un adını taşır.
Sadberk Hanım’ın hayatı boyunca topladığı geleneksel elişlerinden oluşan ilk koleksiyonla açılan müze, değerli taşlarla bezenmiş süs eşyaları ve 16. ve 18. yüzyıllara ait giysi ve kumaşlar gibi etnografik eserlerle genişlemiştir.
1983 yılında, ünlü koleksiyoner Hüseyin Kocabaş’ın koleksiyonunun da alınmasıyla, küçük bir arkeoloji müzesi haline de gelen müze, 1988 yılında “Europa Nostra” ödülünü almıştır.
ADRES : Büyükdere Piyasa Cad. No: 27- 29, 34453 Sarıyer , İstanbul – TÜRKİYE
TELEFON : (0212) 242 38 13
ÇALIŞMA SAATLERİ : 10 : 00 – 17 : 00
ÇALIŞMA GÜNLERİ : SALI – PAZAR GÜNLERİ ARASINDA
TATİL GÜNLERİ : ÇARŞAMBA , DİNİ BAYRAMLARIN 1. GÜNÜ.
ZİYARET ÜCRETİ :
Tam bilet: 10 TL
İndirimli bilet: 7 TL (Müzekart+ ve Museum Pass sahipleri)
Öğrenci bilet: 3 TL (Öğretmen)
Koç Ailesi üyelerine, kokartlı rehberlere ve ICOM kartı sahiplerine müze girişi ücretsizdir.
WEB SİTESİ : www.sadberkhanimmuzesi.org.tr
Sakıp Sabancı Müzesi ( İstanbul , TÜRKİYE )
10. ) SAKIP SABANCI MÜZESİ : Zengin bir hat ve resim koleksiyonunu bünyesinde barındıran ve düzenlediği geçici sergilerle birçok ünlü sanatçının eserlerine ev sahipliği yapan bir sanat müzesidir. 2002 yılında ziyarete açılan müze, İstanbul’da Boğaziçi’nin en eski yerleşimlerinden Emirgan’da bulunan Atlı Köşk’te hizmet vermektedir.
“Picasso İstanbul’da” ve “Heykelin Büyük Ustası Rodin İstanbul’da” sergileriyle son yıllarda uluslararası alanda dikkat çekmeyi başarmıştır. Bu ve benzeri sergiler, Müze Müdürü Nazan Ölçer’e etkinlik dalında İstanbul Turizm ödülünü kazandırmıştır.
KOLEKSİYON
Atlı Köşk’ün üst katında sergilenen ve Osmanlı hat sanatının önemli eserlerinden oluşan Osmanlı Hat Koleksiyonunda nadir el yazması Kuran-ı Kerimler de yer almaktadır. Ayrıca kıtalar, murakkaalar, levhalar, hilyeler, ferman, berat ve menşurlar ile hattat aletlerinin yer aldığı koleksiyondan seçilen 96 eser, 2008 yılında İspanya’nın Madrid kentindeki Real Academia de Bellas Artes de San Fernando’da sergilendi. Koleksiyon 4 Nisan-15 Haziran 2008 tarihleri arasında, Sevilla’da, Real Alcázar Sarayı’nda sergilendi.
Müzenin resim koleksiyonunda ise erken dönem Türk resminin örnekleri ile Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde İstanbul’da çalışmış Fausto Zonaro ve Ivan Ayvazovski gibi yabancı sanatçıların eserlerinden oluşmaktadır. Koleksiyonda eserleri bulunan yerel sanatçılar arasında Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmed Paşa, Süleyman Seyyid, Fikret Mualla ve İbrahim Çallı gibi isimler bulunmaktadır.
Sabancı Ailesinin köşkte yaşadığı dönemde kullandığı Atlı Köşk’ün giriş katındaki üç oda, 18-19. yüzyıl dekoratif sanat eserleri ve mobilyaları barındırmaktadır. Müze bahçesinde ise Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden arkeolojik ve taş eserler sergilenmektedir.
ADRES : Sakıp Sabancı Müzesi Sakıp Sabancı Caddesi, 42 Emirgan 34467 İstanbul – TÜRKİYE
TELEFON : +90 212 277 22 00
ÇALIŞMA SAATLERİ : SALI,PERŞEMBE,CUMA,CUMARTESİ,PAZAR 10:00 – 18 : 00 ÇARŞAMBA 10 : 00 – 20 : 00
ÇALIŞMA GÜNLERİ : SALI – PAZAR GÜNLERİ ARASINDA
TATİL GÜNLERİ : PAZARTESİ, DİNİ BAYRAMLARIN İLK GÜNÜ VE 1 OCAK’TA KAPALIDIR.
ZİYARET ÜCRETİ :
Tam Bilet : 20 TL
Grup Bileti (en az 10 kişi) : 15 TL
İndirimli Bilet : 10 TL (öğretmenler, öğrenciler)
Çarşamba günleri ücretsizdir.
ÜCRETSİZ GİRİŞ
1.) 14 yaş ve altı çocuklar ile bir refakatçi
2.) Engelliler ve bir refakatçi
3.) 60 yaş üzeri ziyaretçiler
4.) Sabancı Üniversitesi akademik ve idari personeli
5.) ICOM Kart sahipleri
6.) Basın mensupları
7.) MMKD kart sahipleri
WEB SİTESİ : www.sakipsabancimuzesi.org
nefissanatlarhapishanesi SÖZLÜĞÜ
Vedat Tek’in Yapıtlarından Büyük Postane ( İstanbul , TÜRKİYE )
1.) I. ULUSAL MİMARLIK AKIMI : Birinci Ulusal Mimarlık Akımı veya Neoklasik Türk Üslubu veya Milli Mimari Rönesansı ağırlıklı olarak 1908 ile 1930 yılları arasında yaygın olan bir mimari üsluptur. Her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlamış bir üslup olsa da esas etkisini Türkiye Cumhuriyeti döneminde göstermiştir.
Mimar Kemaleddin ve Vedat Tek’in öncülüğünü yaptığı ve ilk aşamada Neoklasik Türk Üslubu ya da Milli Mimari Rönesansı denilen ama sonraları Birinci Ulusal Mimarlık Akımı adı verilen bu mimari üslup bir Türk milli tarzını yaratmayı hedeflemiştir. Bunu yaparken her ne kadar milliyetçi olma hedefi güdülmüşse de, klasik Osmanlı yapılarında yer alan mimari öğeleri ve süslemeleri sıklıkla kullanılmıştır. Bu akımın etkisi sadece kamu binaları ile sınırlı kalmıştır.Bu akıma Osmanlı Canlandırmacılığı veya Yeni Osmanlıcılık ismi de takılmıştır.
Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın en önemli temsilcileri başta Mimar Kemaleddin ve Vedat Tek olmak üzere Arif Hikmet Koyunoğlu ile İtalyan asıllı bir mimar olan Giulio Mongeri’dir. Birinci Ulusal Mimarlık Akımı en önemli örnekleri arasında Mimar Kemaleddin’in İstanbul’da inşa edilen Kemer Hatun Camisi, Lâleli Tayyare apartmanlarını (bugünkü Merit Antik Oteli) ve Ankara’daki Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları merkez binası verilebilir. Mimar Kemaleddin Bey tarafından tasarlanan ve 1926 ile 1927 yıllarından inşa edilen Vakıf Apartmanı Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi’nin önemli eserlerindendir. Yapı halen Devlet Tiyatroları’na hizmet vermektedir.Mimar Vedat’ın en önemli yapıtları arasında ise İstanbul Sirkeci’de yer alan Büyük Postane ve Haydarpaşa Vapur İskelesi yer alır. Arif Hikmet Koyunoğlu’nun önemli tasarımları arasında Ankara’da inşa edilmiş Devlet Resim ve Heykel Müzesi (1927-1930) ve Etnoğrafya Müzesi (1925-1928) yer almaktadır. Giulio Mongeri’nin Ankara inşa edilmiş Birinci Ulusal Mimarlık Akımı örnekleri arasında Ulus’ta yer alan Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü Binası (1926) ile Osmanlı Bankası (1926) ve İş Bankası (1928) binaları yer almaktadır.Ayrıca Beşiktaş İskelesi ve Kuzguncuk İskelesi’nin mimarı olan Ali Talat Bey de dönemin önemli temsilcilerindendir.
Bu akıma yönelik en yaygın eleştirilerin başında teknolojiye ayak uyduramaması; seçmeci ve biçimsel bir akım olması gösterilir.
MİMAR KEMALEDDİN
2. ) MİMAR KEMALEDDİN ( AHMED KEMALEDDİN ) : 20. yüzyılın başlarındaki çalışmalarıyla tanınan ve Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın önde gelen isimlerinden olan Türk mimar. ( DOĞUM : 1870 ; Acıbadem, Kadıköy, İstanbul – ÖLÜM : 13 Temmuz 1927; Ulus, Ankara )
1908’de Osmanlı Mimar ve Mühendis Cemiyeti adıyla bu meslek dallarının Türkiye’deki ilk meslek odasını kuran Mimar Kemaleddin, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Evkaf Nezareti İnsaat ve Tamirat Müdürü olarak çalışmalarına devam etti. “Şark Demiryolları Şirketi” adına dört tren istasyonu tasarladı. Bu şirket için ilk olarak Filibe Garı’nı tasarlayan mimar bu yapıda gösterdiği başarı nedeniyle, Selanik ve Edirne Garlarını tasarlamakla görevlendirilmiş, Selanik Garı’nın yalnızca temelleri atılmış, Edirne Garı ise genel olarak 1914’e kadar bitirilmiştir. Edirne de yapımına 1908 yılında başlanan Ticaret Lisesini tasarladı. Okul binası 1910 yılında Terakki Kız Mektebi adı ile öğrenime başlamıştır. Mimarın tasarladığı diğer istasyon olan Sofya Garı’nın II. Meşrutiyet’ten önce gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Günümüzde Trakya Üniversitesi rektörlük binası olarak hizmet veren Edirne Garı’nın kesin tasarım yılı saptanamamışsa da, tasarımının II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında tamamlandığı, inşaata Balkan Savaşı’ndan önce 1911-1912’de veya savaştan ve Edirne’nin geri alınmasından sonra 1913’de başlandığı, yapının 1914’de savaş nedeniyle yarım kaldığı, ancak Cumhuriyet’ten sonra, 1930’da işletmeye açılabildiği bilinmektedir.
Tarihi yapıların restorasyonu ve yeni yapıların tasarımıyla ilgilendigi bu dönemde, Osmanlı mimarisinin ilkelerini inceledi ve kendi mimari üslubunu şekillendirdi ve ulusal mimari konusundaki düşüncelerini geliştirdi.
1910’ların başından ölümüne kadar yoğun bir tempoda çalışarak, hem Türkiye’de, yoğunluklu olarak da İstanbul’da, hem de yurtdışında eserler verdi ve mimari çalışmalarında bulundu. Mescid-i Aksa’nın restorasyonu çalışmaları için bir süre için Kudüs’te kaldı ve Türkiye’ye dönüşünde yeni başkent Ankara’da kurulan yeni yapılar üzerinde yoğunlaştı.
Eserleri ve Çalışmalarından Bazıları :
1.) Tayyare Apartmanları, Laleli
2.) Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Müdürlüğü binası inşaatı
3.) Gazi Üniversitesi Rektörlük Binası inşaatı
4.) İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi kütüphanesi
5.) Filibe Gar Binası
Mimar Vedat Tek
3. ) MEHMET VEDAT TEK : 20. yüzyılın başlarındaki çalışmalarıyla tanınmakta ve Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın Mimar Kemalettin Bey ile birlikte en önde gelen iki isminden biridir. ( DOĞUM : 1873, İstanbul – ÖLÜM : 1942, İstanbul)
Türkiye’nin formel eğitim görmüş ilk Türk mimarı olarak tanınır.Sirkeci Büyük Postane’den Ankara’da İkinci Meclis binası ve Ankara Palas’a; Kastamonu Hükümet Konağı’ndan Haydarpaşa Vapur İskelesi’ne kadar Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarının pek çok önemli yapısına imza atmıtır. Sanayi Nefise Mektebi’nin ilk Türk hocalarından biridir.
Bazı Eserleri :
1.) İzmit Saat Kulesi
2.) Posta ve Telgraf Nezareti Binası (Postahane-i Amire, Büyük Postane) Sirkeci , İstanbul
3.) Haydarpaşa Vapur İskelesi, 1915, Haydarpaşa, Kadıköy, İstanbul
4.) Ankara Palas, 1924, Ulus, Ankara
Arif Hikmet Koyunoğlu
4. ) ARİF HİKMET KOYUNOĞLU : Türk mimar ve fotoğraf sanatçısı.Cumhuriyetin ilk dönem mimarlarından olan Koyunoğlu’nun en önemli yapıtları Ankara’daki Etnografya Müzesi, bugün müze olarak kullanılan Türk Ocağı Binası, Bursa’daki Tayyare Kültür Merkezi’dir. ( DOĞUM : 1888 İstanbul – ÖLÜM : 1982 İstanbul )
1908-1914 yıllarında Sanayi-i Nefise Mektebi’nde eğitim gördü. Giulio Mongeri ve Alexandre Vallaury’nin öğrencisi oldu. İstanbul Beyoğlu’ndaki Saint Antoine Kilisesi’nin yapımında Mongeri ile birlikte çalıştı. I. Dünya Savaşı yıllarındaki askerliği döneminde Erzurum’da İttihat ve Terakki Kulübü Binasını inşa etti. Askerlik sonrası döndüğü İstanbul işgal altındaydı, mimarlık yapma olanağı yoktu. Bunun üzerine fotoğrafçılığa yöneldi. Foto muhabirliğinin yanı sıra Cağaloğlu’nda bir fotoğrafhane açtı. İşgal güçlerinin baskısı üzerine 1922’de Ankara’ya kaçan Koyunoğlu, bir süre Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nde mimar olarak çalıştıktan sonra kendi bürosunu açarak özel yapıların mimarlığını yaptı, İstanbul’daki İleri Gazetesi için foto muhabirliği yapmayı da sürdürdü.
Koyunoğlu’nın Ankara’daki en önemli yapıtları Etnografya Müzesi ve Türk Ocağı Binası’dır. Himaye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Sarayı Apartmanı) binası, Adliye Binası, Büyük Otel, Celal Bayar Evi, Mithat Alam evi (İsrail Büyükelçiliği ikemetgâhı), Hariciye Vekaleti (günümüzde Kültür Bakanlığı binası), Maarif Vekâleti binaları Ankara’daki yapıtlarındandır.
Açılan uluslararası yarışmada birincilik alması üzerine 1930-1934 yılları arasında Bursa’da Tayyare Cemiyeti Tiyatro ve Sineması’nı inşa eden Koyunoğlu, bu yapıyı tamamladıktan İstanbul’a yerleşti, eski yaptıların onarımı ve ev-apartman inşaatları ile uğraştı, dönemin ileri gelenlerinin evlerini yaptı. 1981 yılında kendisine Atatürk Sanat Armağanı verilen sanatçı 1982 yılında hayatını kaybetti.
Guilio Mongeri
5. ) GUİLİO MONGERİ : Levanten kökenli Türk vatandaşı mimar.Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın önemli temsilcilerindendir. ( DOĞUM : 1875 İstanbul – ÖLÜM : 1953 )
Giulio Mongeri’nin başta İstanbul olmak üzere Ankara ve Bursa’da 1900 ile 1930’lu yıllar arası inşa edilmiş projeleri bulunmaktadır. Osmanlı mimarisi, Selçuklu mimarisi ve İslam mimarisi ile özellikle ilgilenen mimar, bu yöndeki yönelimini Birinci Ulusal Mimarlık Akımı ile özdeşleştirilen birçok yapı ile göstermiştir.
Yaşamına ilişkin bilgiler sınırlıdır. Milano’da mimarlık eğitimi gördüğü, 1897 yılında mezun olduktan sonra Türkiye’ye döndüğü, fotoğraf sanatına da hakimiyetiyle dönemi için belge niteliği taşıyan fotoğraflar çektiği bilinmektedir.İstanbul Sanayi-i Nefise Mektebi’nde görev aldı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’den ayrıldı; ancak savaş sonrasında bu okuldaki görevine döndü ve 1930’a değin Cumhuriyet’in ilk kuşak mimarlarının yetişmesine katkıda bulundu. Bu arada Kemalettin Bey, Vedat Tek ve Arif Hikmet Koyunoğlu ile birlikte Ankara’da Birinci Ulusal Mimarlık Akımına uygun yapılar gerçekleştirdi.
Bazı Eserleri :
1.) St. Antuan Katolik Kilisesi, Beyoğlu, İstanbul
2.) Karaköy Palas, Karaköy, İstanbul
3.) Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın kaidesi, Taksim Meydanı, İstanbul
6. ) ALİ TALAT BEY : Türk mimar. Birinci Ulusal Mimarlık Akımı ile özdeşleştirilen birçok projesi vardır. ( DOĞUM : 1869, Tokat – ÖLÜM : 1922 )
Tasarladığı önemli eserlerin başında Beşiktaş İskelesi (1913), Üsküdar İskelesi (1906- yıkıldı), Kuzguncuk İskelesi gelmektedir.
ABDÜLMECİD EFENDİ
7. ) ABDÜLMECİD EFENDİ ( ABDÜLMECİD OSMANOĞLU ) : Son İslam halifesi, ressam, müzisyen. Osmanlı hanedanı hukukuna göre II. Abdülmecid olarak isimlendirilir.
Osmanlı hanedanının tek ressam üyesidir ve döneminin Türk ressamları arasında yer almıştır.
Resim ve müzik sanatları ile çok yakından ilgiliydi. Türk resim sanatının öncü isimleri arasında yer aldı.1909’da kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin fahri başkanlığını yaptı. Yurtiçinde ve yurtdışındaki çeşitli sergilere tablolarını gönderdiği bilinen Abdülmecid Efendi’nin eserlerinden birisi Paris’teki büyük yıllık sergide sergilenmiş; Haremde Beethoven, Haremde Goethe, Yavuz Sultan Selim adlı tabloları 1917’de Viyana’daki Türk ressamlar sergisinde sergilendi. Özellikle portre alanında başarılı idi. En önemli portrelerinden biri devrinin ünlü şairi Abdülhak Hamit Tarhan’ın portresidir.Kızı Dürrüşehvar Sultan’ın, oğlu Ömer Faruk Efendi’nin portreleri en bilinen eserlerindendir. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin gazete çıkarma girişimleri, Galatasaray sergileri, Şişli Atölyesi’nin kurulması, Viyana sergisi, Avni Lifij’in Paris’te burslu okutulması onun desteklediği sanatsal olaylardandır.Resim kadar müziğe de büyük ilgi duyan Abdülmecid, ilk müzik derslerini Feleksu Kalfa’dan aldıktan sonra Macar piyanist Géza de Hegyei ve keman virtüözü Carl Berger ile çalıştı. Ünlü besteci Franz Liszt’in öğrencisi olan Hegyei’ye kendi yaptığı Lizst tablosunu; Carl Berger’e ise, kendi ürünü bir beste olan Elegie’yi armağan ettiği bilinir.Keman, piyano, viyolonsel ve klavsen çalan Abdülmecid’in üzerinde eski Türkçe harflerle adının yazılı olduğu 1911 yapımı değerli piyanosu Dolmabahçe Sarayı’nda 48 numaralı odada saklanmaktadır.Çok sayıda bestesi olduğu bilinir ancak eserlerinin pek azına ulaşılabilmiştir.
Bazı Eserleri :
1.) Cami Kapısı İsimli Tablosu, 1920, Sakıp Sabancı Müzesi.
2.) Haremde Goethe İsimli Tablosu , Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi
3. ) Haremde Beethoven İsimli Tablosu, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi
Şeker Ahmet Paşa Otoportre
8. ) ŞEKER AHMET PAŞA : Osmanlı ressamı, asker ve bürokrat. Asıl adı Ahmet Ali’dir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Figüratif resim, ya Enderun’da yetişen, ya da tekke ve dergah gibi dinsel öğretilerin kuram ve uygulamasının gerçekleştirildiği kurumsal yapılardaki nakkaşların elinde belirli bir seviyeye gelmişti. Tanzimat’ın ilanıyla birlikte gündeme gelen yenileşme, Osmanlı seçkinlerinden halka uzanan bir harekettir. 19.yüzyılın özelikle ikinci yarısında yetişen ressamların çoğunlukla askerlerden çıkması ve paşa ressamlar olarak adlandırılması bu nedene dayanmaktadır. Topçu Kara Okulu gibi öğretim kurumlarının açılması ve hendese-i tersimiyye, resm-i hatii gibi resim sayılabilcek bilgilerin verilmesi, yetenekli gençlerin yabancı ülkelere – özellikle Fransa’ya -gönderilmesi bu sonuca neden açmıştır. Böylece batılı resim anlayışı sanatımıza girmiştir (Zahir Güvemli tarafından yazılmıştır. 1975).
Şeker Ahmet Paşa, çağdaş Türk resim sanatı’nın temel taşlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Peyzaj temasına yaptığı dünya çapındaki üslup katkısı, sanatçının mekân derinliği ve atmosfer ilişkilerini yorumlayan duyarlığının ürünü olarak görünür. Şeker Ahmet Paşa’nın düzen anlayışına mal olan lirizm, özgün bir şema geometrisiyle dengelenmektedir.
Şeker Ahmet Paşa’nın yaşadığı yıllarda siyasal ve sosyal açıdan pek çok olay gerçekleşmiş olmasına karşın, Paşa’nın eserlerinde bu tür olayların ele alınmadığı gözlenebilmektedir. Bu, onun bir gözlemci olarak bakışlarını doğaya çevirmiş, yaşadığı topluma kapalı, yalnız iç dünyasında yaşayan bir sanatçı olduğunu ve bu tavrını yaşamı boyunca koruduğunu göstermektedir ( Zahir Güvemli, 1975).
Paris’te bulunduğu yıllarda, tabiatta, açık havada yapılan resmi savunan Barbizon ressamlardan etkilenmiştir. 1870’de Roma’ya gitmiş, 1871 yılında İstanbul’a dönmüştür. Bir yandan askerî kariyerini sürdürürken, diğer yandan resim yapmıştır. 27 Nisan 1873’te Sultanahmet’te açtığı sergi, Türk resim sanatında bir sanatçının kendi adına açtığı ilk resim sergisi olarak literatüre geçmiştir.
Natürmort çalışmaları ile ünlüdür. Resimlerinin önemli bir bölümü İstanbul ve Ankara Resim Heykel Müzeleri ile, Sakıp Sabancı Müzesi ve bazı özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.
Bazı Eserleri :
1.) Karpuz Dilimli ve Üzümlü Natürmort
2.) Ağaçlar Arasında Karaca
3.) Manolya ve Meyveler
9. ) ZAHİR GÜVEMLİ : Türk yazar. Edirne Lisesi’nden mezun olduktan sonra 1936 yılında İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Edebiyat öğretmenliği ve Akbank’ta sanat danışmanlığı yapan Zahir Güvemli, edebiyat ve güzel sanat dallarıyla ilgili yazılarıyla tanındı.
Yapıtları :
1.) Yahya Kemal (1958)
2.) Türk Romanları (1954)
3.) Başlangıcından Bugüne Türk ve Dünya Sanat Tarihi (1960)
4.) Sinema Tarihi (1960)
5.) Büyük Ressamlar ve Heykeltıraşlar (1964)
6.) Acı Aşklar(1972)
7. ) Resim Sanatı ve Türk Resmi (1987)
8. ) Sabancı Resim Koleksiyonu (1987)
Fikret Mualla
10. ) FİKRET MUALLA : Türk ressam. Çalkantılı ve bohem yaşam tarzı nedeniyle sadece sanatı değil, yaşamı da resim tarihine adeta bir mitoloji olarak geçmiştir. ( DOĞUM : 1903, Kadıköy, İstanbul – ÖLÜM : 20 Temmuz 1967, Reillanne, Fransa )
Fikret Mualla mutlu olabilmek ve her şeyi unutmak için resim yapmıştı. Bu nedenle sanat dünyasındaki çeşitli akımlardan etkilenmedi, resimlerini yaparken sezgilerini kullandı, kendi tarzını yarattı. Eserlerine kendi hislerini aktardı. Coşku dolu resimler yaptı. Huysuz, uzlaşmasız kişiliğini ve mutsuz yaşamını resimlerine yansıtmadı, yaşama sevinci dolu resimler yaptı.
Şehirleri resmetmeyi seven Mualla, resimlerine İstanbul ve Paris’in insanlarını, sokaklarını, kafelerini, sirkleri, genelevleri, balıkçıları resimlerine taşımıştır. Renklerle oynamayı seven sanatçının, Henri Matisse’in renk kullanımından çok etkilendiği bilinir.
Resimlerini genellikle renkli fon kâğıtları üzerine guaj boya ile yaptı. Suluboya ve pastel malzemelerini resimlerinde sıkça kullandı. Paris sanat ortamında tanınması biraz zaman alan Fikret Mualla’nın eserlerini Picasso’nun övdüğü, hatta bir resmini satın aldığı, kendi çalışmalarından birini de ona hediye ettiği ve Fikret Muala’nın da Picasso’nun verdiği tabloyu bir rakı parasına sattığı bilinir.
Fikret Mualla’nın başlıca eserleri arasında Oturan Adamlar, Kafe, Marsilya’da Fransız İşçileri Bir Kahvede, Haliç ve Süleymaniye, Paris’te Bir Sokak, Baloncu ve Balıkçı sayılabilir.
Ölümünden sonra Paris’te açık artırmaya çıkarılan resimleri de Türk devleti tarafından satın alınmış ve Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde bir Fikret Mualla Salonu oluşturulmuştur. 1976’da dostlarından, yakınlarından ve çeşitli koleksiyonlardan derlenen 118 resmi ile Ankara’da adına bir sergi düzenlendi. Yapıtlarının çoğu bugün özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.
Günümüzde Paris’te Fikret Mualla Dostları Derneği adında bir dernek vardır, Bu dernek, Fikret Mualla’nın tablolarının orijinalliğini araştırmak ve ressamı tanıtmak sorumluluğunu yüklenmiştir.
ŞEVKET DAĞ
11. ) ŞEVKET DAĞ : Türk ressam ve siyasetçi.( DOĞUM : 1876, İstanbul – ÖLÜM : 1944, İstanbul )
Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi’nden 1897 yılında Osman Hamdi Bey ve Alexandre Vallaury‘nin öğrencisi olarak mezun oldu.
Şevket Dağ, “Enteriyör” resim türünü kapsamlı olarak işleyen ilk sanatçıdır.1916 yılından itibaren her yıl düzenlenen “Galatasaray Sergileri” ile 1939 yılında gerçekleşen ilk “Devlet Resim Heykel Sergisi”ne katılan ve “Enteriyör” (iç mekân) resim türü ile uğraş içinde olan Şevket Dağ Cumhuriyet sonrasında yaşanan “Modernleşme” hareketine tepki duysa da, 1920’lerden sonra “izlenimci” (Empresyonist) bir palete doğru değişim göstererek, 14 Kuşağı (Çallı Kuşağı)’nın sanatçıları Feyhaman Duran, Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Sami Yetik arasında yer aldı.
Zaman zaman eleştirilere de maruz kalan sanatçının resimlerine en keskin eleştiriyi, dönemin genç kuşak ressamlarından cumhuriyet sonrası “Modern Resim” anlayışını savunan Eşref Üren’den aldı: “Şevket Dağ Türkiye’de öteden beri ev içi ressamı olarak tanınır. Fakat Fransız’ların bu alanda eserler vermiş Bonnard, Edouard Vuillard (1868-1940)’ından ne kadar uzak. Enteriyör’ler havasız ve içindeki figürler eğreti.”Bu eleştiri ile ilgili, Darülmuallimin’de Şevket Dağ’ın öğrenciliğini yapan Malik Aksel “Sanat Hayatı” adlı kitabında onun ağzından “Kuşak çatışmasının yansımasıdır” der.
5.dönem Konya ve 6. ve 7. dönem Siirt milletvekilliği de yapan sanatçı, 23 Mayıs 1944 yılında İstanbul’da vefat etti.
Şefik Bursalı
12. ) ŞEFİK BURSALI : Türk ressam.
1903 yılında Bursa’da doğdu. O zamanki adı Sanayi-i Nefise Mektebi olan İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde İbrahim Çallı Atölyesinde öğrenim gördü. Okulu, birincilikle bitirdi. 1923’ten itibaren Galatasaray ve Akademi sergilerine Bursa manzaraları ile katıldı. Bir süre Avrupa’daki sanat merkezlerinde resim çalıştı. Yurda döndükten sonra İzmir, Konya ve İstanbul’da resim öğretmenliği yaptı; 1936’dan itibaren Ankara Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretim üyesi oldu.1987’de Mimar Sinan Üniversitesi tarafından kendisine profesörlük unvanı verildi. 20 Nisan 1990’da hayatını kaybetti.
Tablolarında genellikle Konya, Bursa ve İstanbul’un tarihi ve turistik görünümlerini ele alan ressam, doğduğu kent Bursa’yı ölümsüzleştirmeyi başarmıştır. Konya’da öğretmenlik yaptığı dönemin etkisi ile yaptığı Selçuk, Mevleana temalı resimleriyle ün kazanmıştır. Eserleri Atatürk’ün isteği üzerine 1937-1938 yıllarında Sovyetler Birliği ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde sergilenmiştir.
Ankara’da yaşamış oldugu ev ressamın vasiyeti üzerine Kültür Bakanlığı tarafından Şefik Bursalı Müzesi olarak düzenlenmiştir. Bu müze-ev, resim alanında ilk özel müzedir.
Bursa’da yaşadığı sokağa ve bir sanat galerisine adı verilmiştir. Ayrıca yine Bursa’daki Kültürpark’ta büstü bulunur.
2000 yılından bu yana her yıl Kültür Bakanlığı tarafından ressamın adına resim yarışması düzenlenmektedir.
İbrahim Çallı
13. ) İBRAHİM ÇALLI : Türk ressam.
İbrahim Çallı resmin her alanında çalıştı. Fırçasını natürmort, manzara, nü ve portrelerde ustalıkla kullandı.Resimde yağlıboyayı tercih etti. Suluboyalı, karakalemli resimleri pek nadirdir. Bunları sanat için değil, kendi zevki için yapardı.
Rüştiyeyi doğum yeri olan Çal’da, Mülki İdadisini ise İzmir’de bitirdikten sonra, ailesi tarafından askeri okula girmek üzere İstanbul’a gönderildi. Ancak; o, çocukluğunun tutkusu olan resim çalışmalarına yönelerek, o dönemde konaklamak için kaldığı handa konaklayan ve resim dersi alan Vefa İdadisi öğrencilerinin arasına katılarak resim dersleri almaya başladı. Parasını çaldırıp maddi sıkıntı içine girince arzuhalcilik ve daha sonra adliyede kâtiplik gibi farklı işlerde çalıştı. Ermeni asıllı bir ressamla tanıştı ve ondan resim dersleri aldı. Ressam Roben Efendi’den de resim dersleri alan Çallı, Şeker Ahmet Paşa’nın oğlu İzzet Bey’le tanıştı. İzzet Bey’in aracılığı ile Şeker Ahmet Paşa’nın önerisi üzerine 1906 yılında şimdiki adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan dönemin Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girdi. Altı yıllık okulu üç yılda bitirdi.
İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan değişikliklerle birlikte, toplumun tüm kesimlerinde hemen hemen her alanda siyasal, sanatsal ve düşünsel yönden haklar verilince; Ressam Ruhi’nin önerisiyle çoğunluğu Sanayi-i Nefise Mektebi mezunu Sami Yetik, Şevket Dağ, Hikmet Onat, Agah Bey, Mehmet Ruhi Arel, Ahmet Ziya Akbulut, Halil Paşa, Hüseyin Zekai Paşa, Nazmi Ziya Güran, Hüseyin Avni Lifij, Feyhaman Duran, Mehmet Ali Laga ve Müfide Kadri gibi genç ressamlardan oluşan ve Türk ressamlarının ilk örgütü olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin üyesi oldu.
1910 yılında Maarif Vekaleti’nin açmış olduğu burs sınavını birinci olarak Çıplak Adam ve Harekat Ordusunun Muhafız Alayı’ndan Maksut Çavuş adlı çalışmalarıyla kazandı ve Fransa’ya gönderildi. 1910 ile 1914 yılları arası Paris’te Fernand Cormon’un atölyesinde öğrenimini sürdürdü.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yurda döndü. Vallaury’nin yardımcısı olarak Sanayi-i Nefise Mektebi’ne atanan sanatçı, müttefik ülkelere Türk toplumunun değişen yüzünü sanat yoluyla aktarmak amacıyla gerçekleştirilen “Şişli Atölyesi” etkinlikleri kapsamında ürettiği çalışmalarının Viyana ve İstanbul sergilerinin 1917 yılında altı eseriyle katıldığı İstanbul sergisinde “Sanayi-i Nefise Madalyası” kazandı. 1914 Kuşağı onun adıyla “Çallı kuşağı” olarak anıldı.
Çallı’nın, iyi sanatçı olmanın yanı sıra iyi bir öğretmen olduğunu da yetiştirdiği öğrencilerden anlamak olasıdır. Şeref Akdik,Refik Epikman, Saim Özeren, Elif Naci, Mahmut Cuda, Muhittin Sebati, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi ve Bedri Rahmi Eyüpoğlu yetiştirdiği öğrenciler arasında gösterilebilir.
1947 yılında, 65 yaşında akademiden emekliliğe sevk edilen Çallı, üzüntüsünü her vesilede ifade etmişti. Aynı yıl Her Hafta dergisinde yayımlanan röportajda “En verimli zamanımda çocuklarımdan ayrılmış olduğum için sahi müteessirim” diyordu. Heykeltraş İhsan Bey emekliliğe sevk edildiğinde akademi heyeti ve müdürüyle birlikte harekete geçip görev süresini üç yıl uzattıklarını hatırlattıktan sonra, öğrencilerinin böyle bir fırsat için kendisine destek vermemesinden yakınıyordu. Aynı röportajda, Çallı’nın emekliye sevk edilmesinde akademinin resim bölümü başkanı Leopold Levy’ye yönelttiği eleştirilerin etkili olduğu iddialarına da yer verilmişti.
22 Mayıs 1960 yılında mide kanaması sonucu İstanbul’da yaşamını yitiren Çallı’yla Son Buluşmayı Hasan Âli Yücel, ölümünden sekiz gün sonra, 30 Mayıs 1960’ta kaleme aldığı “Dostum Çallı” yazısında, şöyle anlatıyor:
“Onu son defa Taksim civarında görmüştüm. O şakacı Çallı, benimle uzun bir seyahate çıkacakmış gibi içli içli konuştu. Sesi, kederli bir inilti kadar ihtiyar ve bitkin, titriyordu. Ayrılırken öpüştük, aksi yönlere yürüdük. Garip iç dürtüsüyle arkama döndüm, ne göreyim, o da bana bakıyordu. Birbirimizi bir kere daha selamladık.”
Yaklaşık 1 yıl sonra Hasan Ali Yücel’de hayatını kaybetti.
14 Aralık 2014 tarihinde İstanbul’da düzenlenen müzayede de Çallı’ya ait 1913 tarihli Avluda oturanlar eseri 2 milyon 460 bin liraya satılmıştır. Bu eser bu tarihe kadar satılan en yüksek tutarlı Çallı tablosu oldu.
Bazı Eserleri :
1. ) Defli Kadın
2. ) Hatay’ın Anavatana Hasreti
3. ) Osman Hamdi Bey
4. ) Çayır ve Evler
5. ) Dürrüsaf Hanım Portresi
Abidin Dino
14. ) ABİDİN DİNO : Türk ressam, karikatürist, yazar, film yönetmeni. ( DOĞUM : 23 Mart 1913, İstanbul – ÖLÜM : 7 Aralık 1993, Paris, Fransa )
Çok yönlü bir kültür adamı olan Abidin Dino, çağdaş Türk resminin öncülerindendir. Türk resim tarihinde D Grubu ve Yeniler Grubu adlarıyla anılan sanat topluluklarının öncülerinden olmuştur. Türkiye’nin yanı sıra Fransa, Cezayir, ABD gibi ülkelerde sergiler açmış; yurtdışında Fransa Plastik Sanatlar Birliği Onur Başkanlığı, New York Dünya Sanat Sergisi Danışmanlığı gibi görevler üstlenmiştir. Sol görüşlü bir aydın olan Dino, siyasi düşünceleri nedeniyle bir süre Türkiye’de sürgünde yaşamış 1952’den itibaren Paris’te hayatını sürdürmüştür.
İlk çizimleri Yarın gazetesinde, ilk yazıları Artist dergisinde 1930’lu yılların başında yayımlandı. Bu yıllarda Nazım Hikmet’in Sesini Kaybeden Şehir (1931) ve Bir Ölü Evi (1932) adlı kitaplarına kapak desenleri de çizdi ve kendini çok genç yaşta “ressam” olarak kabul ettirdi. Halkın Dostu Gazetesi’nde yayımlanan Atatürk’ü konu alan, çizgilerle süslü röportajı ile Atatürk’ün de beğenisini kazandı.
1933 yılında “D Grubu” adlı sanat grubunun kurucuları arasında yer aldı. Bu grubun amacı, memlekette sanatın gelişmesini ve yayılmasını sağlamak, düşünce yanı ağır basan resimler yaparak, batıdaki çağdaş akımlarla boy ölçüşecek yenilikler getirmekti.
Hüseyin Zekai Paşa
15. ) HÜSEYİN ZEKAİ PAŞA : Osmanlı dönemi Türk ressam, Asker ressam.Türkiye’de batılı anlayışta çalışan ilk ressamlardan biri.
İlköğrenimini tamamladıktan sonra Kuleli Askeri İdadisi’ne girdi. Aralarında Hoca Ali Rıza’nın da bulunduğu birkaç öğrenci arkadaşıyla birlikte özel bir resim atölyesi kurulması için okul yönetimine başvurdu. Bu atölyede Osman Nuri Paşa ve Süleyman Seyyid’in öğrencisi oldu. Mezun olduktan sonra Mekteb-i Harbiye’ye girdi. Orada öğrenciyken yaptığı, Boğaziçi’ndeki donanma gecelerinden birini canlandıran resmi, Abdülhamid tarafından beğenilince, 1883 yılında mezun olduktan sonra teğmen rütbesiyle Şeker Ahmet Paşa’nın yanına hünkâr yaverliğine getirildi. Bu yıllarda Askeri İnşaat Komisyonu başkanlığı görevini üstlendi, Alman imparatoru II. Wilhelm’in Suriye gezisi sırasında, eski yapıtlar uzmanı olarak ona eşlik etti. Şeker Ahmed Paşa’nın ölümü üzerine 1906’da saray ressamlığına ve yabancı konuklar teşrifatçılığına getirildi. Bu günkü Askeri Müze’nin kuruluş çalışmalarına katıldı. 1908’de 1. TugayKomutanlığından emekli olduktan sonra ölümüne değin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Sanayi-i Nefise Encümeni üyeliğini sürdürdü. Hüseyin Zekâi Paşa, Avrupa’da resim öğrenimi görmemesine karşın, orada öğrenim görmüş ressamların yapıtlarını yakından incelemek suretiyle batılı bir anlayışta çalıştı. İlk dönem resimleri, fotoğrafik denebilecek bir gerçekçilikteydi. “Yıldız Sarayı Bahçesinden Peyzaj”(Mimar Sinan Üniversitesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi) gibi bu yıllarda gerçekleştirdiği yapıtları, ince boya hamuru ve duru renkleriyle 19. yüzyıl manzara geleneğine bağlıydı.
1910’dan sonra katıldığı Galatasaray sergileri, Hüseyin Zekâi Paşa’nın Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’yle ilişki kurmasını sağladı. Bu tarihten sonra fotoğrafik gerçekçi anlatım yerine, daha kalın firça vuruşlarının egemen olduğu izlenimci bir anlayışa yöneldi. Bugün Mimar Sinan Üniversitesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan “Cami”, “Ayasofya Camisi Hünkâr Mahfili” gibi en önemli yapıtlarını gerçekçi ve izlenimci anlayışları özümseyerek oluşturdu. Duyarlı bir anlatımla ele aldığı bu resimlerinde izlenimci renk anlayışını kompozisyonun bütünselliğini yok etmeyen bir ayrıntı işçiliğiyle birleştirdi. Manzara türünün yanı sıra portre ve figürler de yaptı. Yapıtlarından örnekler İstanbul, İzmir ve Ankara Devlet Resim ve Heykel müzeleriyle Dolmabahçe ve Topkapı saraylarında bulunmaktadır.
Hüseyin Zekai Paşa, saray çevresi dışında Üsküdar Doğancılar’da bulunan ve bugün yeri tespit edilemeyen konağında, dönemin sanatçılarıyla toplantılar yaptığı sıralarda İstanbul’u ziyarete gelen yabancı sanatçılarıdan biri olan Paul Signac’ı burada ağırladı.. Bu konağı ziyaret edenlerden Sami Yetik, burada edindiği izlenimlerini şöyle aktarmaktadır: Zekai Paşa, eski Türk eserlerine ve nefis eşyaya son derece meraklı bir ressamdı. Türk eşyalarıyla süslü atölyesi, kendilerini ziyaret ettiğim gün bana o zamana kadar görmediğim bir müzede bulunuyorum hissini vermişti. Eski nakş sanatımızın ve eşyalarımızın hayranı olan üstat, atalarımızın güzel sanatlara karşı beslediği sevgiyi oymalar, yazılar, tezhibler ve birçok güzel sanat eserleri taşıyarak bana birer birer anlatmış, bu konuda bilgilenmemi sağlamıştı. der.
Hüseyin Zekai Paşa’nın ressamlığının ve koleksiyonerliğinin yanı sıra yazarlık yönünün de olduğu bilinmektedir.
Paul Signac
16. ) PAUL SİGNAC : Fransız neo-empresyonist ressam. Georges Seurat ile beraber puantilist (noktacı) stili geliştirmiştir. ( DOĞUM : 11 Kasım 1863 , Paris , FRANSA – ÖLÜM : 15 Ağustos 1935 , Paris, FRANSA )
Signac, 11 Kasım 1863’te Paris’te Jules ve Heloise Signac çiftinin tek çocuğu olarak doğdu. Babası varlıklı bir eyer yapımcısıydı. 16 yaşında babasını kaybeden Signac, mimarlık eğitimini yarıda bırakarak resim kariyerine başladı. Hayatı boyunca Avrupa kıyılarını gezecek ve pek çok manzara resmi çizecekti.
1880-84 arasında yaptığı ilk resimlerinde Claude Monet ve Armand Guillaumin gibi empresyonist ressamların etkileri görülüyordu. 1884’te Paris’te Georges Seurat ile tanıştı. Seurat’nın sistematik çalışma metodundan ve renk bilgisinden çok etkilendi. Seurat’nın etkisiyle, empresyonizme özgü kısa fırça darbelerini bıraktı ve yan yana konmuş pek çok ufak renk noktasıyla resim yapmaya başladı. Bu noktalar az sayıda temel renkten seçiliyordu, ama bilinçli olarak seçilen ve yan yana getirilen temel renk noktalarıyla her tür ara renk oluşturulabiliyordu. Signac böylece puantilist stili benimsemiş oldu.
Her yaz Paris’ten ayrılıp çok sevdiği Güney Fransa kıyılarına resim yapmaya gidiyordu. 1889’da Arles’a gitti ve arkadaşı Vincent van Gogh’u ziyaret etti. 1890’da bir İtalya gezisine çıkarak Cenova, Floransa ve Napoli’yi gezdi. 1891’de Seurat’nın ölümü üzerine neo-empresyonistlerin lideri oldu. 1892’de ressam dostu Camille Pissarro’nun bir akrabası olan Berthe Roblès ile evlendi. Signac çiftinin 1893’te San Tropez’de satın aldığı ev, Signac ve pek çok ressam dostu için sevilen bir tatil ve çalışma mekânı olacaktı.
1890’larda, ufak bir yelkenli gemiyle uzak kıyılara gitmeye başladı. Kuzeyde Hollanda kıyılarına, güneyde ise İstanbul’a kadar geldi. Gittiği her limandan, çabukça çizilmiş renkli suluboya resimleriyle dönüyor, stüdyosunda bu resimleri puantilist yöntem ile büyük kanvaslara aktarıyordu. 1900’dan itibaren stilini değiştirdi ve ufak renk noktaları yerine nispeten büyük karelerden oluşan mozaik resimler yapmaya başladı.
1908 yılında, kurulmasında aktif rol oynadığı Paris Bağımsız Sanatçılar Topluluğu’nun başkanı oldu. Ölene kadar sürdürdüğü bu görevi sırasında, fovizm ve kübizm gibi tartışmalı avangart akımları destekledi, Henri Matisse ve André Derain gibi genç sanatçılara hem destek, hem ilham kaynağı oldu. (Matisse’den bir tablo satın alan ilk kişi Signac’tır.)
Signac resimde değişik teknikler denemekten hoşlanıyordu. Suluboya ve yağlıboya resimlerinin yanı sıra pek çok oyma baskı ve taş baskı eseri vardır. Ayrıca puantilist stili mürekkepli kalemle de denemiştir. Sanat teorisi üzerine pek çok yazı yazmıştır. 1899 tarihli Eugène Delacroix’dan Neo-Empresyonizme adlı kitabı ve Johan Barthold Jongkind üzerine yazdığı 1927 tarihli kitap bunlardan bazılarıdır.
Signac, 15 Ağustos 1935’te Paris’te septisemiden öldü. Naaşı yakıldıktan sonra Père-Lachaise mezarlığına gömüldü.
17. ) GEORGE SEURAT : Fransız akademik resim geleneğine bağlı Ard İzlenimci ve Noktacı (Pointillist) ressam. ( DOĞUM : 2 Aralık 1859, Paris, FRANSA – ÖLÜM : 29 Mart 1891 Paris , FRANSA )
Resim kuramını renklerin bölünmesine ve optik karışıma dayandıran yeni izlenimciliğin kurucularından olan Georges Seurat yedi yıl içinde olağanüstü yapıtlar ortaya koymayı başardı. Kurumsal ve plastik araştırmalara büyük ilgi duyan Seuret, 1876‘dan başlayarak Chevreul‘un bulduğu renklerin eş zamanlı karşıtlığı yasalarını ve Delacroix kuramlarını inceledi.
Seurat, izlenimciliğin kurallarına tepki duyanlardandı. Seurat gibi ard izlenimciliğin temsilcileri olan sanatçılar da sanat yaşamlarına İzlenimcilikle başlamışlardır. Ancak bu akımın kimi sınırlamalarını aşmak ve resimlerine kişiselliklerini katmak istiyorlardı.
Seurat, öğrencilik yıllarının başlangıcında resme ilgi duymuş ve ilk derslerini; Justin Lequien adında Roma Ödülü’nde ikincilik kazanmış bir heykeltıraşın yönetimindeki belediye resim okuluna devam ederek almıştır. Bu öğrenciliği sırasında uzun süreli bir arkadaşlık geliştireceği ressam Aman- Jean ile tanışmış ve kısa bir süre sonra Paris’te ortak bir atölye açmışlardır. Aman- Jean ile birlikte 1887- 1888 yılında Paris Güzel Sanatlar Yüksekokulu’na (École Nationale Supérieure Des Beaux-Arts de Paris) kayıt olarak Henri Lehmann’ın derslerine katılmışlardır. Seurat, akademik resim geleneğine bağlı kalmış, müzelerde eski ustaların eserleri üzerinde çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar, onun olgunluk dönemine ait eserleri üzerinde etkili olacaktır.
1879’da izlenimcilerin dördüncü sergisinden çok etkilendi. Bağımsız olarak çalıştı. İyi bir desenci olduğunu ortaya koyan yapıtlar verdi.
1891 Bağımsızlar salonunun açılışından sonra Seurat, iltihaplı anjinden yaşamını yitirdi. Anlaşmazlıklar sonucu uzaklaştığı yeni izlenimciler grubu sanatçının ölümünden büyük üzüntü duydu.
Georges Seurat, Zıt renkleri yan yana noktalar halinde koyarak Noktacılık tekniğini geliştirdi. Paul Signac (1863 – 1935) ile birlikte Pointilism akımınında gelişimini sağladı. Resimlerini küçük noktalar kullanarak mozaik gibi boyadı. Renklerin beynimizde kaynaşacaklarını savunuyordu. Bu tarza sonradan noktacılık dendi. Tüm hatlar kaldırılmış ve düzeni korumak için resim basitleştirilmişti
Noktalama tekniğinin öncüsü Seurat , noktaların beynimizde birleşip bütünlük oluşturacağını savunuyordu. Buna rağmen hacimsellik hissi alınamamaktadır.
Michel – Eugene Chevruel
18. ) MİCHEL – EUGENE CHEVRUEL : Fransız kimyager.Yağ asitleri üzerine çalışmalarıyla sanat ve bilim alanlarına yol göstermiştir. Margarin’i keşfetmiş, hayvansal yağlar ve tuzdan yapılan sabun’un ilk şeklini tasarlamıştır. 102 yıl yaşayan Chevreul Gerontolojiye öncülük etmiştir.
Aynı ismi taşıyan babası Michel 18. yüzyıl tıbbının önde gelen uzmanlarındandı. Michel Eugène Angers’ta Fransız ihtilalive terörün ortasında büyüdü. 1793 yılında iki genç kızın idamına tanık oldu. Çocuklugundan birçok kanlı hatıra kaldı ve politikadan rahatsızlık duymasına sebep oldu. Özel bir eğitimden sonra eskiden üniversite olan Ecole Centrale’ye gitti.1799’da Angers’ta dört yıl yunanca, italyanca, botanik, mineral bilim, matematik, fizik ve kimya çalıştı. 1803’te bu çalışmalarının ardından kariyer seçme vakti gelmişti. Tıbba ilgi duymadı ve kimyayı seçti. Sonrasında Angerstan ayrılıp Paris’e Fransız doktor Antoine-Laurent de Lavoisier’in yanına gitti. 1794te ünlü Lavoisier National Museum Of Natural History’de (Ulusal Doğa Tarihi Müzesi) öğretmen oldu. Müze 1626’da “Jardin Royal Des Plantes Medicinales” olarak kuruldu. Lavoisier’in asistanı Nicolas-Louis Vauquelin 1804’te Chevreul’u kendi laboratuvarına aldı.Yağları,proteinleri ve şekerleri ayrıştıran ilk kimyager olan Vauquelin Chevreul’u organik bileşikler ve doğal ürünlerin renk prensipler üzerine çalışmalarıyla tanıttı.Chevreul 1811’e kadar Vauquelin’in küçük laboratuvarında çalıştı ve organik boyalardan yağların bileşiklerini ayırdı. 1810’da 24 yaşındayken Chevreul, müzede doğabilimci olarak ilk pozisyonuna yerleşti.Kimya alanında Chevreul’un ünü lipidlerin yapısı ve özellikleriyle ilgili buluşları sayesinde arttı daha sonra kitabı “Recherches Chimiques Sur Les Corps Gras D’origine Animale” Paris’te 1823’te basıldı. Yağ asitlerini ve birçok kimyasal türü (oleik, butirik, kaproik ve kaprik asit, stearik asit, kolestrol ve gliserin) ayrıştıran ilk kişidir. Bu keşifler mum sektörüne çok büyük katkılar sağlamıştır. Kimyanın birçok alanı bu zamanda keşfedilmiştir buna ek olarak Avrupa ve Amerika’daki kimyagerler Chevreul’un keşifleri üzerinde çalışılmıştır.
1825’te Chevreul ve JL Gay-Lussac stearik asit mumlarının patentini aldı ve Chevreul Society For The Advancement Of Industry’den 12,ooo altınlık ödül kazandı. 1821’den 1840’a kadar Chevreul Ecole Polytechnique’te kimya seminerleri veerdi. 1824te hayatının 61 yılını geçirdiği Royale des Gobelins boya fabrikasına atandı. Kimya boyaları ve fizik alanında renk ve renk efektleri alanında cok önemli buluşlar yaptı ve bu buluşlar hakkında olan “Leçons de chimie appliquée à la teinture” (1828-1831) ve “De la loi du contraste simultane des couleurs et de l’assortiment des objets colores” isimli çalışmaları 1839da basıldı ve 1958de Londrada “the laws of conrast of colors” ismiyle basıldı. 97 yaşında Chevreul 1883’ta fabrikayı bıraktı ve profesör olarak devam etti.1839 da Académie des Sciences’ın başkanı seçildi. 1864te Chevreul müzenin yöneticisi oldu ve bu pozisyonunu 93 yaşına kadar (1879) korudu. Chevreul toprak bilim alanında da çalışmalar yaptı ve 1832 ziraat akademisine seçildi (Academy Of Agriculture) ve 1889daki ölümüne kadar bu akademinin başkanı oldu.
Eugene Delacroix
19. ) EUGENE DELACROİX ( Ferdinand Victor Eugène Delacroix (Öjen Dölakrua) ) :
Fransa’nın en önemli Romantik ressamlarından birisidir. Ressamın ifadesi güçlü fırça darbeleri ve renklerin optik etkileri üzerine çalışmaları Empresyonistleri, egzotik olana tutkusu da Sembolistleri etkilemiştir. Fransız şair Baudelaire, onu “Rönesans’ın son büyük ressamı ve modern dönemin ilk büyük ressamı” olarak tanımlar.
Ressamlığının yanı sıra iyi bir taş basma sanatçısı da olan Delacroix, William Shakespeare’in, İskoç yazar Sir Walter Scott’un ve Alman yazar Johann Wolfgang von Goethe’nin eserlerinin taş baskılarını yapmıştır.
Michelangelo ve Rubens gibi eski dönem sanatçılarının ruhunu eserleriyle yeniden hayata geçirse de, tarz olarak onların yapıtlarından çok farklı işler ortaya koymuştur. Fransız şair Baudelaire, ressamın bireyci romantik anlayışını şöyle tanımlar: “Delacroix tutkuya tutkuyla bağlıdır, ama tutkuyu mümkün olabilecek en soğukkanlı şekilde resmetmiştir.” Delacroix, Fransız ressam Théodore Géricault’un sanat anlayışının takipçisidir ve İngiliz şair Byron’dan çok etkilenmiştir.
1830 yılında yaptığı Halka Yol Gösteren Özgürlük adlı yağlı boya tablosu,Fransız resim sanatının başyapıtlarından biri olarak kabul edilir.
Hayatı ve Diğer Etkenler :
Paris yakınlarında dünyaya geldi. Annesi, ünlü mobilyacı Oeben ve Riesener‘in soyundan gelmiştir. Babası devlet adamı Charles Delacroix’tir. Ancak, asıl babasının, C.Delacroix’in aile dostu olan diplomat Talleyland oldugu da iddia edilmektedir. E. Delacroix, fiziksel görünüm ve karakter olarak Talleyland’a benzemektedir. Ressamlık yaşamı boyunca Talleyland onu koruyup kollamıştır.
Resim öğrenimine 18 yaşında, Güzel Sanatlar Ulusal Okulu’nda başlamıştır. Bu okulda Pierre-Narcisse Guérin’den neo-klasik stilde resim eğitimi almıştır. Bu yıllar boyunca Shakespeare, Byron, Scott gibi yazarların eserlerini okumuştur. Öğrenciliğinde karikatür çalışmaları da yapmıştır. Bir kilisede sipariş üzerine resim yapmakta iken sıtmaya yakalanmıştır. İlk çalışmalarında Rönesans ressamı Raphael’in etkileri görülse de giderek daha serbest bir tarzı benimsemiş, bir süre Flemenk ressam Peter Paul Rubens’in sitilinden etkilenmiştir. Daha sonra, okul yıllarında tanışarak arkadaş olduğu Fransız romantik ressam Théodore Géricault’tan etkilenmeye başlamıştır. Gericault’tan etkilenerek ortaya koyduğu ilk büyük çalışması -Dante’nin Kayığı-, Paris’te 1822 yılında sergilenmiş, gerek halk gerekse resim otoriteleri tarafından alayla karşılanmıştır. Yine de bu çalışma devlet tarafından satın alınarak Lüksemburg Galerisi’ne yerleştirilmiştir. Delacroix, hayatı boyunca eserlerinin önce olumsuz bir tepki ile karşılandığını, sonra bazı güçlü ve aydın çevrelerce şiddetle savunulup desteklendiğini görmüştür.
Dante’nin Kayığı’ndan iki sene sonra yaptığı “Sakız Adası’nda Katliam (1824)” adlı tablosu ile çok ün sağlamıştır. Bu tabloda, Sakız Adası’nda Türkler’in katliamdan geçirdiği hasta ve ölmek üzere olan Yunan sivil insanlar betimlenmektedir. O dönemde Fransızlar arasında Türkler’e karşı bağımsızlık mücadelesi veren Yunalılar için sempati beslemek çok yaygındı. Yeni romantik dönemin ileri gelen ressamı olarak Delacroix, Fransızlar’ın bu temaya çok ilgi göstereceklerini hemen kavradı ve tahmin ettiği gibi, Sakız Adası’nda Katliam, derhal devlet tarafından satın alındı. Ancak resim, her ne kadar bir katliamı betimlemek için yapıldıysa da, kılıcından kan damlayan barbar askerlerin olmayışı, daha çok acı çeken insanların gösterilmesi, katliam resminden çok doğal felaket resmi izlenimi vermesine yol açmaktadır. Resme güzellik ve enerji katan asıl unsurun at üstündeki bir Türk askerinin olduğunu söyleyerek, resmin Yunanlara sempatiden çok kahraman Türk askerine hayranlık ifade ettiğini iddia edenler de olmuştur. Resimde, ölü annesinin göğsünden süt emmeye çalışan bir bebek figürünün olması, o dönemin bazı eleştirmenlerce ayıplanmıştır. Delacroix, Yunanların bağımsızlık mücadelesini destekleyen bir resim daha yapmış, Türk Güçleri’inin 1825’te Yunan kasabası Missolonghi’yi ele geçirişlerini betimlemiştir. “Yunanistan’daki Missolonghi Harabeleri” adlı bu resimde, göğsü çıplak Yunan bir kadının, korkunç bir manzaraya bakarak ellerini yalvaran bir ifadeyle iki yana açışı resmedilmiştir. Kadın, Yunanistan’ı sembolize etmektedir ve görmekte olduğu manzara, intihar etmiş Yunalılar’ın görüntüsüdür. Yunanlar, toprakların Türklerin eline geçtiğini görmektense kendilerini öldürmeyi tercih etmişlerdir. Delacroix’in bu temaya özel bir önem vermesi, yalnızca Yunalılar’a duyduğu sempatiden değildir. Çok sevdiği şair Lord Byron, o topraklarda ölmüştür. Soylu bir amaç için ölme temasının resmedildiği bu resimlerle Delacroix,daha sonra yapacağı ve onun en ünlü eseri olan “Halka Yol Gösteren Özgürlük (1830)” tablosuna hazırlanmıştır.
İngiliz ressam John Constable’dan etkilenen Delacroix, 1825’te İngiltere’ye gitmiştir. İngiltere’de sanat galerilerini gezen ve İngiliz kültürünü tanıyan ressam, Thomas Lawrence ve Richard Bonington gibi dönemin ünlü ressamları ile buluşmuş ve İngiltere izlenimlerini resimlerine yansıtmıştır. 1827-1832 arasında pek çok eser üretmiş, daha çok tarih temalı resimler yapmıştır. Lord Byron’ın bir şiirinden etkilenerek “Sardanapalus’un Ölümü (1827-1828)” adlı tabloyu yapmıştır. Ayrıca, Goethe’nin Faust adlı eseri için 17 taş baskısını bu dönemde üretmiştir. 1830’daki Fransız devrim hareketinin etkisiyle, “Halka Yol Gösteren Özgürlük” adlı eserini ortaya çıkarmıştır.
Fransızlar Cezayir’i işgal ettiğinde, diplomatik bir görevle Yemen’e gönderilmiş, bu vesileyle İspanya ve Kuzey Afrika’ya seyahat etmiştir. Bu gezilerindeki asıl amaç sanatını geliştirmek değil, Paris’in uygar yaşamından kaçarak ilkel yaşamları görmektir. Fakat Fas’ın güneyinde bir kent olan Tanca’da yerel gelenekleri ve pek çok oryantal nesneyi detaylı bir biçimde betimleyen çok sayıda çizim yapmıştır. Bu çizimlerde asla gerçeği bire bir göstermeye çalışmayıp kendi hayal gücünü de çizimlere katmıştır. Daha sonra, Kuzey Afrika’daki yaşamı betimleyen 100 kadar resim yaparak, pek çok oryantal temayı Fransız resim sanatına kazandırmıştır. Kuzey Afrika’daki insanlardan ve kıyafetlerinden çok etkilenmiş ve yaptığı resimlerde bu etkilenmeyi yansıtmıştır. Kuzey Afrika insanının duruşu ve tutumunun, görsel olarak, klasik Yunan ve Roma insanlarının duruşu ve tutumu ile örtüşmekte olduğunu düşünmüştür. Cezayirli Müslüman kadınların resmini gizlice yaptığı olsa da (örneğin: “Cezayirli Kadınlar (1834)”), ülkede müslüman kadınların örtünmesi kuralından ötürü genellikle kadınları resmetmekte çok zorlanmıştır. Yahudi kadınları çizmek daha az problemli olduğundan, “Yahudi Düğünü (1837-1841)” adlı bir eser vererek Yahudi kadınları resme aktarmıştır. Resimlerinde hayvan figürlerine de romantik bir tutkuyla yer vermiştir. “Aslan Avı” adlı bir eser vermiştir. 1854-1861 arasında bu resmin farklı versiyonlarını yaratmıştır. Aslana, hem bir av hem de bir avcı olarak ilgi göstermiştir. Ayrıca at resimleri çizmeyi tutkuyla sevmiştir. Afrika’nın parlak güneşi altında resim yapan Delacroix, ışığın renklerle ilişkisini ve renklerin birbiri ile ilişkisini yorumlamak üzere yeni bir yöntem geliştirmiştir: «püsküllemek» veya tonların bölünmesi. Doğrudan doğruya tuvale geçirecek yerde renkleri önceden karıştırmış, böylelikle orijinal nüanslar yaratma imkânı kazanmıştır. Daha sonra izlenimciler, bu yöntemden esinlenmişlerdir.
1833-1861 arasında Paris’te pek çok duvar süslemesi yapmış, sağlıksız koşullarda çalışmaktan ötürü hastalanarak 1863 yılında, 65 yaşında iken vefat etmiştir. Yaşadığı ev müzeye dönüştürülmüştür. Ancak eserlerinin pek çoğu Louvre’da sergilenmekte olduğundan, kendi müzesi pek zengin değildir. Delacroix Paris’te, Père Lachaise’de gömülüdür.
Etkilediği Ünlü Sanatçılar :
Empresyonist sanatçıları çok etkilemiştir. Renoir ve Manet, onun resimlerini kopyalamışlardır. Degas, Delacroix’in yaptığı Baron Schwiter portresini alarak özel koleksiyonuna katmıştır. Modern sanatçı Pablo Picasso da, Delacroix’in eserlerini yorumlamış, onun Cezayili Kadınlar adlı eseri üzerinde çalışmalar yapmıştır.
Portre Çalışmaları :
Ressam Baron Schwiter’in ve keman ustası Nicolò Paganini’nin portrelerini yapmıştır. Ayrıca besteci Frédéric Chopin ile yazar George Sand’in bir arada portrelerini yapmıştır. Bu resim, ressamın ölümünden sonra ikiye ayrılmış ve her bir bireyi gösteren parçalar ayrı ayrı saklanmıştır.
Delacroix ve Halil Şerif Paşa :
“Bir Müslüman tarafından toplanan ilk koleksiyon” unvanına sahip olan Halil Şerif Paşa, Delacroix’in altı tablosuna sahip olmuştur. Görev yaptığı Fransa’dan yurda dönerken çıplak resimleri İstanbul’a getirmemesi emrini alınca, bugünün değeriyle milyar dolarları bulan tabloları, sadece 638 bin franga elinden çıkarmıştır. Eskiden Halil Şerif Paşa’ya ait olan Delacroix resimleri ve şu anda bulundukları yerler şunlardır: “Liege Başpiskoposunun Katli” (Paris Louvre Müzesi), “Cezayirli Kadınlar” (Paris Louvre Müzesi), “Tasso Deliler Hastanesinde, ” (Zürih’teki özel Bührle koleksiyonu),“Tom O’Shanter’i Cadılar Kovalarken” (Nottingham Castle Müzesi) ve “Savaş Talimi Yapan Arap Süvariler” (Montpellier Fabre Müzesi)
Halil Paşa
20. ) HALİL PAŞA : Türk ressam.Türk resminin Asker Ressamlar kuşağından tanınmış bir ressamdır. Portreleri, İstanbul ve Kahire peyzajları ile tanınır. (DOĞUM : 1857, İstanbul – ÖLÜM : 1939, İstanbul )
Halil Paşa’nın eserleri iki devreye ayrılarak incelenir. Sekiz yıl kaldığı Pariste ünlü oryantalist ressam JeanLeon Gerome nin Atölyesinde çalıştı.İzlenimci ışık ve renk çözümlemelerine özgün bir ayırım kazandıran Halil Paşa bu yönde uğraş veren resim sanatçılarına örnek oluşturmuştur.Paris’teki eğitimi sırasında etkilendiği klasik ve realist tarzın etkisindeki eserleri ve yurda döndüğünde yaptığı empresyonizm etkisindeki eserleri. Sanatçı, ilk devre resimlerinden olan “Eldivenli Kadın (Madam X)” adlı tablosu ile Paris’te bir bronz madalya kazandı.
Yurda döndüğünde boğaz kıyılarını resimledi. Yalıların ve kayıkların durgun sulara vuran gölgelerini empresyonist bir anlayışla resmetti. Halil Paşa, Türk resminde ışık sorunu üzerinde çalışan ilk sanatçıydı.
Hoca Ali Rıza Otoportre
21. ) HOCA ALİ RIZA : Türk ressam.Türk Resim Sanat Tarihi’nin çok önemli bir peyzaj ressamıdır. Asker Ressam Kuşağı’nın bir üyesi olan Hoca Ali Rıza,1914 Kuşağı ressamlarının hocası olmuştur. ( DOĞUM : 1858 , Üsküdar , İstanbul – ÖLÜM: 1930 Üsküdar, İstanbul )
Üsküdar‘da doğan, hayatı boyunca Üsküdar’da yaşayan ressam; Üsküdar ve Karacaahmet’in sessiz köşelerini, kıyı kahvelerini ve güneşli kayalıklarını resmetti; “Üsküdarlı Hoca Ali Rıza” olarak tanındı. Saray bahçelerinden çıkıp bir empresyonist gibi kırlarda ve sahillerde resim yapan ilk Türk ressamıdır. Karakalem ile suluboya tekniğindeki yetkinliği ve hızlı çalışma temposuyla binlerce eser üretmiştir. Eserlerinin sayısının beş bin kadar resmi olduğu tahmin edilir.Sanatçı, 1909-1912 arasında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nde başkanlık yapmıştır.
Hikmet Onat
22. ) HİKMET ONAT : Türk ressam.Empresyonist akımın Türkiye’deki devamcılarından olan Hikmet Onat, Türk resim tarihinin büyük ustalarındandır. Bir asra yaklaşan yaşamında ancak bir kere sergi açabildi. ( DOĞUM : 1882 , İstanbul – ÖLÜM : 13 Mart 1977, İstanbul )
İlk öğreniminden sonra, Heybeliada Deniz Harp Okulu’nu 1903 yılında bitirdi. Bir süre güverte subayı olarak görev yaptı. Ruhi Arel ile birlikte Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nde resim derslerine devam etti. Bahriye fotoğrafçısı Ali Sami Bey’in yanında çalıştı. Bahriye’den ayrılarak 1905 yılında İstanbul Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girdi (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi). 1908’de Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ve Güzel Sanatlar Birliği’nin kurucuları arasında yer alarak sergilerine katıldı. Mezuniyetinden sonra,1910 yılında açılan Avrupa sınavlarını kazandı, burslu olarak Paris’e gitti. Paris Güzel Sanatlar Akademisi’nde Fernand CormonAtölyesi’nde dört yıl çalıştı. I. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine yurda döndü ve Mekteb-i Sultani’de (Galatasaray Lisesi) resim öğretmenliği görevine başladı. Müdür Halil Ethem’in isteği üzerine Sanayi-i Nefise Mektebi’ne geçti. Varnia Zarzecki’nin yerine hazırlık sınıfı hocalığına, ardından da atölye şefliğine atandı.
1914-1918 yılları arasında, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın desteklediği Şişli Atölyesi’nde diğer 1914 kuşağı sanatçıları gibi savaş ve asker konularında resimler yaptı.
1922 yılında Güzel Sanatlar Cemiyeti’ne kurucu üye olarak katıldı. 1939 yılında Halkevleri aracılığıyla düzenlenen “Yurt Gezileri””nde Bursa’ya gitti.
Yapıtları Devlet Resim ve Heykel Sergileri’nde yer aldı. 1973 ve 1974 yıllarında üst üste çalışmaları ödüle değer görüldü. İlk ve son sergisini ölümünden birkaç ay önce açan sanatçı, 13 Mart 1977’de İstanbulda öldü.
Namık İsmail
23. ) NAMIK İSMAİL : Türk ressam. ( DOĞUM : 1890, Samsun – ÖLÜM: 30 Ağustos 1935 , İstanbul )
Namık İsmail, 1890 yılında Samsun’da dünyaya gelmiştir. Hattat İsmail Zühtü Bey’in oğludur. Babasının hattat olmasından dolayı küçük yaşlardan itibaren sanata ilgi duymuştur. İlköğrenimine Kabataş’taki Şemsülmekâtip Okulu’nda başlamış, daha sonra Beşiktaş’ta Hamidiye Mektebi’ne gitmiştir. Ortaöğrenimini St. Pulcherie, St. Benoit ve Mekteb-i Sultani’de (Galatasaray Lisesi) yapmıştır. Hamidiye Mektebi’ndeki resim öğretmeni Arslanyan Efendi olmuştur. Bu dönemde daha çok, sahile demirlemiş vapurların resimlerini yaptığı görülür. St. Benoit’daki resim öğretmeni Andres gözetiminde füzen ve karakalem ile kartpostallardan çalışmalar yapmıştır. Galatasaray Lisesi’nde ise Şevket Bey’den ders almış, ayrıca okul müdürü olan Tevfik Fikret’in açtığı atölyelerde çalışmalarını sürdürmüştür. Burada son sınıfa geldiğinde Arapça sınavını veremediği için ailesi tarafından resim öğrenimi için Paris’e gönderilmiştir. Namık İsmail, 1911 yılında Paris’e gidince Julian Akademi’sine devam etmiş, kısa bir süre sonra İbrahim Çallı’nın yönlendirmesiyle 1912 yılında Cormon atölyesine geçmiştir. Burada çalışmalarına iki yıl boyunca devam etmiştir.
Namık İsmail fırçasıyla, Türk resmine henüz girmiş olan “figür”ü üstün bir anlatım biçimine ulaştırmıştır. Güçlü figür anlayışını, sağlam bir anatomi bilgisi üzerine oturtmayı başarabilmiştir. Figürleri çoğu zaman yarım ya da dörtte üç portre türündedir. Portrelerinde modelin kişisel benzerliklerinin ötesinde, psikolojik durumlarını da yansıtmıştır. Bunu sanatçının fırça vuruşları da desteklemiştir. Portrelerinde, belirgin bir arka plan yerine nötr bir fon kullanmasıyla da dikkatleri portre üzerinde toplamayı başarmıştır. Sanatçının portrelerinde gerçekçi bir yaklaşım olmasına karşın, çıplak figürlerinde yüzü okumak olanaksızdır. Daha büyük boyutlu nülerinde ise daha denetimli fırça vuruşlarına rastlanır. Modeli en zor pozlarda dahi doğal bir duruşta, düzgün renk alanlarına ve ayrıntı işçiliğine kaçmadan ince fırça vuruşlarıyla resmetmiştir. Portrelerinde görülen dinginlik, figürlerinde gerilim duygusuyla yer değiştirmiştir. Portrelerinde, yer yer düzgün renk alanlarına ve detay işçiliğini anımsatmayan ince fırça vuruşlarına da rastlanmaktadır.
Gençlik yıllarında edebiyatla ilgilenen, İtalyan Rönesansı’nın dehalarından Michelangelo’nun yaşamı ve sanatıyla ilgili bir biyografi çalışması da yapan sanatçı, 30 Ağustos 1935’te bir kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.
Vasili Vereşçagin
24. ) VASİLİ VEREŞÇAGİN : Savaş resimleriyle ünlü Rus ressam. ( DOĞUM : 26 Ekim 1842 , Çerepovets,RUSYA – ÖLÜM : 13 Nisan 1904, Port Arthur , ÇİN )
Petersburg Akademisi’nde başladığı resim öğrenimine, Paris’te Jean-Léon Gérôme’un atölyesinde devam etti. Avrupa’nın birçok kentini gezdi. Resimlerinde Rus ordusuyla birlikte gittiği Kafkasya, Kırım, Tuna boyları ve Türkistan gibi yerlerde gördüklerini betimledi. En ünlü savaş resimlerinden bazısının konusunu, kendisinin de yaralandığı 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Balkanlar’da yaşadığı olaylardan aldı. Suriye ve Filistin’de de resim yaptı. 1885-1903 arasında kendi ülkesinde gezilere çıktı.ABD’ye ve Japonya’ya gitti. Rus-Japon Savaşı’nda Amiral S. O. Makarov’un sancak gemisinde bulunduğu sırada öldü.
Vereşçagin’in 1812’de Napoléon’un Rusya’yı işgal etmesini konu alan resimleri çok tutulmuş ve sayısız tıpkıbasımı yapılmıştı. 1874’te Sen Petersburg’da düzenlenen bir sergi, yapıtlarının savaş karşıtı eğiliminden dolayı sert tartışmalara yol açtı. Kafataslarından yapılmış bir piramidi gösteren “Savaşın Tanrılaştırılması” (1871, Tretyakov Galerisi, Moskova) adlı yapıtı o dönemdeki savaş karşıtı ve insancıl akımlar tarafından kullanıldı.
Yoğun resim dili ve kullandığı çiğ renkler, neredeyse fotoğrafa yaklaşan bir dakiklikten dolayı şiirsel bir niteliğe bürünür. Vereşçagin’in resimlerinin çoğu Tretyakov Galerisi’nde ve Petersburg’daki Rus Sanatı Devlet Müzesi’nde bulunmaktadır.
Fausto Zonaro
25. ) FAUSTO ZONARO : İtalyan ressam.II. Abdülhamid döneminde saray ressamı olarak Osmanlı sarayına hizmet vermiş oryantalist bir ressamdır. Tarih, savaş, deniz, manzara ve portrenin yanı sıra özellikle “Türk ressamı“ olarak tanınır.
Saray Ressamlığı ve İstanbul’dan Ayrılış ;
Fausto Zonaro’nun saray ressamlığına getirilişi kimi kaynaklara göre 1896 yılında Ertuğrul Süvari Alayı’nın Galata Köprüsü’nden Geçişi adlı tabloyu saraya sunması üzerine gerçekleşmiştir. Eseri beğenen padişahın kendisini Mecidiye Nişanı ile ödüllendirdiği ve ona “Ressam-ı Hazret-i Şehriyari” yani “Saray Ressamlığı” unvanı verildiği düşünülür. Kimi kaynaklarda ise Abdülhamid’in özel yaveri olan Celal Esad’ın tavsiyesi ile saraydan resim siparişleri almış ve ardından saray ressamlığına getirilmiştir.
1897’de tamamladığı Hücum adlı resmin Sultan tarafından beğenilmesi üzerinekendisine Akaretler Sıra Evleri’nde bir bina tahsis edildi. Sanatçının yaşadığı ve içinde atölyesini kurduğu bu ev, bir sanat merkezi işlevi kazandı.Sonraki yıllarda ünlü Türk ressamları arasında yer alacak Celal Esad, Hoca Ali Rıza, Şehzade Abdülmecid, Celile Hikmet ve Mihri Müşfik Hanım gibi isimler atölyesinde ondan ders aldılar.
Zonaro, 1901 ve 1902’de İstanbul Salonu Sergilerine toplam 57 tablo gönderdi. 1905 yılında II. Abdülhamid, ressamdan İstanbul’un Fethi’ni tasvir eden tablolar yapmasını istedi. Zonaro’nun bu tabloları da çok beğenildi ve maaşına zam yapıldı.Fausto Zonaro saray ressamı olarak sanat yaşamına devam ederken eşi Elisa, İstanbul manzaralarını fotoğraflayıp değerli bir arşiv oluşturmuş; ayrıca harem kadınlarının fotoğraflarını çekerek sarayın resmi portrecisi ünvanını almıştır.
1907 yılının eylül ayında II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 31. yıldönümü dolayısıyla ve sultan iradesiyle İstanbul’da düzenlenen sergiye de katılan Zonaro, Gün Doğarken Balıkçılar, Kayıkta, Odalık, Ney Çalan Derviş, Arzuhalciller, Rufai Dervişleri,Doğuluların Ahengi adlı tablolarıyla büyük ün kazandı. İstanbul’da yaşadığı dönemde Avrupa’daki sergilere de sık katıldı.
31 Mart Ayaklanması’ndan sonra II. Abdülhamid devrildi ve Abdülhamid’in kadroları tasfiye edilmeye başlandı. Zonaro’ya da Ekim 1909’da saray ressamlığı unvanının kaldırıldığı bildirildi. Zonaro, 20 Mart 1910’da ailesiyle birlikte İstanbul’u terk etmek zorunda kaldı.
İtalya’da Yeni Başlangıç ;
Sanatçı, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra İtalya’nın Sanremo kentine yerleşti ve İstanbul’u betimleyen resimler yapmayı sürdürdü.Ülkesinde artık ünlü bir kişiydi. 1911’de Roma’da açtığı sergiyi Ana Kraliçe ve İtalya Kralı III. Vittorio Emanuele gezdi. Sanatçının 1912’de Sanremo Kumarhanesi’nde açtığı sergiyi daha sonra Nice, Montecarlo, Rapallo, Cenova, Milano, Como ve Monza’da düzenlenen sergiler izledi. Resimleri sanatçı yaşarken büyük bir hayran kitlesi tarafından izlendi, dolayısıyla İtalya’ya dönmesinden 10 yıl sonra, 1920’de eşinden ayrıldı ve kızıyla yaşamaya başladı.
Kaleme aldığı hatıralarını 1924 yılında basılmaya hazır hale getirdi ancak kitap basılmadı, yıllarca aile arşivinde kaldı. Söz konusu kitap 2008 yılında Türkiye’deAbdülhamid’in Hükümdarlığında Yirmi Yıl/Fausto Zonaro’nun Hatıraları ve Eserleri adıyla yayımlandı.
1929 yılında 75 yaşında Sanremo’da hayatını kaybetti.
Bazı Eserleri :
1. ) Ertuğrul Süvari Alayı, Fausto Zonaro’yu saray ressamlığına yükselten tablo. Dolmabahçe Sarayı’ndadır.
2. ) Hücum isimli tablosu, Dolmabahçe Sarayı koleksiyonundadır.
3. ) 10 Muharrem isimli eseri, İstanbul Modern’de sergileniyor.
4. ) İstanbul’un Fethi isimli tablosu, Fatih Sultan Mehmet donanmaya emir veriyor.Dolmabahçe Sarayı koleksiyonundadır.
Emel Korutürk
26. ) EMEL KORUTÜRK : Türk ressam ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün eşi idi.
1915 yılında doğdu. Babası, sanatsever kişiliği ile tanınan siyasetçi Selah Cimcoz, annesi eski Bahriye Nazırı Moralı Müşir İbrahim Paşa’nın torunu Hasene Hanım’dır. Ailenin dördüncü çocuğu olan Emel Cimcoz’un çocukluğu İstanbul’un Moda semtinde geçti. Babası Malta sürgününde iken Dame de Sion’de başladığı lise eğitimini Lozan’da tamamladı, yurda döndükten sonra Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi; İbrahim Çallı atölyesinde çalıştı. Akademiyi 1936’da bitirdi.
Deniz subayı Fahri Korutürk ile 1 Mart 1944 günü evlendi. Osman, Selâh ve Ayşe adında üç çocukları oldu. Eşinin Donanma Komutanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Moskova’da büyükelçilik görevlerinin ardından emekliye ayrılmışken 1973’te Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine 1973-1980 yılları arasında “First Lady” oldu. Eşi ile beraber Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin kurulmasına önayak oldu. “Gazi’ye Şükran” adlı tablosu Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde sergilenmektedir, çeşitli müzelerde başka tabloları bulunur. Özel sanat galerilerinin açılmasını teşvik etmiş, ilk kez Çankaya Köşkü’nde sanatçılara resepsiyon verilmesini sağlamıştır. Yaşamının son yıllarını İstanbul’da Moda’da geçiren Emel Korutürk burada, 11 Mart 2013’te 98 yaşında vefat etmiş, Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Eşref Üren
27. ) EŞREF ÜREN : Türk ressam, yazar. ( DOĞUM : 1897 , Nişantaşı , İsanbul – ÖLÜM :1984 Ankara, TÜRKİYE )
1897 yılında İstanbul’da doğan Eşref Üren, Bursa Ziraat Mektebi’ni bitirdikten sonra Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmiş ve akademide önce İbrahim Çallı, sonra Hikmet Onat atölyelerindeki derslere katılmıştır. Buradaki eğitimini tamamladıktan sonra bir süre Paris’te Andre Lhote ve Othon Griesz’in atölyelerinde resim çalışmalarına devam etmiştir. Paris dönüşünde Erzurum ve Sivas’ta resim öğretmenliği yapmıştır. 1934-1944 yılları arasında Cumhuriyet Halk Partisi’nin yurt gezileri programı çerçevesinde Doğu Anadolu’da görev almıştır. 1939 yılında D Grubu’na katılmıştır. 1940’lı yıllardan sonra Ankara’ya yerleşerek Cebeci ve Kurtuluş semtlerinin resimlerini çizmiştir. 1955’te lise öğretmenliğinden emekli olduktan sonra Ankara Maarif Koleji’nde resim dersleri vermeyi sürdürmüştür. 1964’teki Devlet Resim ve Heykel Yarışması’nda birincilik ödülü kazanan Eşref Üren’e, 1981’de Devlet Sanatçısı unvanı verilmiştir.
Yapıtları Venedik Bienali’nde, Paris’te UNESCO’da, San Francisco ve Atina’da sergilenen Üren, Paris’te kaldığı yıllarda Cezanne’ın yapımcı eğiliminden etkilenmiştir. Portre ve natürmort alanında çalışmaları olsa da, daha çok kent dokusunu yansıttığı manzara resimleriyle tanınmıştır. Eşref Üren, Türkiye’de ve yurt dışında birçok kişisel sergi açmış ve ödüller kazanmıştır.
Genellikle açık hava ressamı olarak tanınan Eşref Üren, çeşitli yayınlarda çıkan yazıları ve halkla kurduğu güçlü iletişim sayesinde sanat konuları üzerinde düşünmeye özendirme çabalarında bulundu. 1960’lı yılların sonunda “lirik soyutlamalar” içeren çalışmalara yönelmesine rağmen, yaşamı boyunca “doğa sanatçısı” olarak tanınmıştır. Duygulu, şiirsel peyzaj resminin ustaları arasında görülen ressam; esnek, yumuşak ve uyumlu çizgi ve renk uygulayıcısıdır.
1984 yılında kaybettiğimiz Eşref Üren’in en tanınmış eserleri arasında Ankara’da Kış, Gençlik Parkı,Beynam Ormanları, Karadeniz Kadınları ve Paris sayılabilir.
Turan Erol
28. ) TURAN EROL : Türk Ressam, Öğretim Üyesi. ( DOĞUM : 1927 , Milas , MUĞLA – )
1944 yılında yetenek sınavını kazanarak girdiği şimdiki adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nü Bedri Rahmi Eyüpoğlu Atölyesi’nden mezun olarak; 1951 yılında bitirdi.
Türkiye’nin değişik illerinde Sekiz yıl orta dereceli okullarda Resim ve Sanat Tarihi öğretmenliği yaptı.
1960 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Güzel sanatlar Genel Müdürlüğü’nde görevli iken Fransız Hükümeti’nin bursu ile gittiği Paris’te üç yıl resimle ilgili araçtırma ve incelemelerde bulundu. Louvre Müzesi’inde Francisco Goya’nın Marquise dela Solana adlı tablosunu kopya etti. Paris’ten 1964 yılında dönüşünden, 1973 yılına kadar Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.
“Türk Resminde İnsan ve Hayvan Figürü” adlı tezi ile 1974 yılında Doktora’sını tamamladı. Doçent’lik ünvanını ise 1978’de “Günümüz Türk Resminin Oluşum Süreci ve Bedri Rahmi Eyüpoğlu” adlı tezi ile aldı. Bir yıl süre ile Kültür Bakanlığı Plastik Sanatlar Kurulu Başkanlığını yaptı. 1980’de Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü’nü ressam Adnan Varınca ile paylaştı.
1983 yılından itibaren dört yıl Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Resim Bölümü’nde öğretim üyeliği yapan sanatçı,1987 yılında Profesör olduktan sonra Hacettepe Üniversitesi Güzel sanatlar Fakültesi’ne atandı. Turan Erol 1990 yılında emekli olana kadar bu fakültede görev yaptı.
Çalışmaları arasında Yaşar Kemal’in yapıtı olan Demirciler Çarşısı Cinayeti kitap kapağı da bulunan ve 1991’de Devlet Sanatçısı ünvanını da alan sanatçı On’lar Grubu kurucu üyesi olup; halen Ankara ve Bodrum’daki atölyelerinde çalışmalarını sürdürmektedir.
Arif Kaptan
29. ) ARİF KAPTAN : Türk ressam. (DOĞUM : 1906 , İstanbul – ÖLÜM : 1979, İStanbul TÜRKİYE)
1924’te Deniz Harp Okulu’nu makine mühendisi olarak bitiren Arif Kaptan o yıllarda Galatasaray Lisesi’nde düzenlenen Güzel Sanatlar Birliği geleneksel sergüerinden birini, bir raslantı sonucu izleyip de etkilenince, ressam olmaya karar verdi. Sami Yetik ve Ruhi Arel, ona bu yolda ilk uyarılan yaptılar, ilk önerilerde bulundular. Doğadan resim çizerek başladığı yeni mesleğini, Ali Çelebi ve özellikle Nazmi Ziya yanmda resim çalışarak geliştirdi. Güzel Sanatlar Akademisi’ ne bir süre dışardan devam ederek, Nazmi Ziya’nın atölyesinde izlenimci resmin inceliklerini öğrendi. Nazmi Ziya ona, doğanın koynunda yatan sayısız gizleri öğrenebilmek için, doğa karşısında uzun süre çalışmak gerektiği yolunda bügiler verdi. Böylece Heybeliada Deniz Harp Okulu’ndaki öğrencüik yıllarında Ruhi Bey’den almış olduğu ilk derslerini, bu yeni bilgilerin ışığında geliştirdi. Bir ara İbrahim Çallı’nın yanında çalıştı. 1933’te kurulan D Grubu’na katıldı, bu grubun ortak sergilerine resim verdi. 1935’te Güzel Sanatlar Akademisi salonlarında düzenlediği ilk kişisel sergisiyle dikkati çekti. Askerlik mesleğinden bütünüyle ayrılarak kendini resim çalışmalarına verdi. 1939’da düzenlenen I. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde üçüncülük ödülünü kazandı. 1940’ta düzenlenen yurt gezilerine katılarak Kastamonu’ya gönderildi, buradan yaptığı resimlerini ertesi yılın devlet sergisinde gösterdi. 1947’de Paris’e gitti. İki yıl kadar Andre Lhote’un atölyesinde sanat eğitimi gördü. O zamana kadar kendi deyimiyle “tabiat karşısında duygulu peyzajlar yapan” Arif Kaptan, Paris’ te gördüğü bu eğitimin de etkisiyle yeni bir figüratif anlayışa yöneldi. 1957’de oğlu Haşan Kaptan’la birlikte Paris’e ikinci kez gitti. Orada kaldığı beş yıl sürekli çalıştı. Devlet sergilerine düzenli olarak katılan sanatçı, 1955’teki 17. sergide ikincilik ödülünü aldı, ayrıca Çanaklı Armağanı’nı kazandı. Başlıca yapıtları Ankara ve İstanbul Resim ve Heykel Müzelerinde, Ankara Milli Kütüphane koleksiyonunda, özel ve resmi koleksiyonlarda bulunmaktadır.
Sanat Görüşü :
Arif Kaptan’ın Paris döneminden önce yaptığı resimler, hocaları Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı etkilerinin yönlendirdiği izlenimci bir anlayışa bağlıdır. Doğanın serbest bir palet ve duygulu bir renkçilikle yorumlandığı bu resimlerinde, öncü bir ustanın peşinden gitmenin içten sezgileri egemendir. Bir yandan da Cezaime ve Utrillo etkileri ağır basar. 1947-1949 yılları arasını kapsayan Andre Lhote atölyesi çalışmaları, Arif Kaptan’da çizgiye ve konstrüksiyona yönelme çabalarını yoğunlaştırmıştır.
1955’lerden sonra bu çabaların, soyut araştırmalarla biraz daha geliştiğini görürüz. 1955 sonrası resimlerinde Arif Kaptan, soyutlama çabalarını daha ileri bir noktaya götürür, buruşturulmuş kâğıt üstüne pastel ve suluboya uyguladığı resimleri kadar, dikey doğrularla oluşturduğu yağlıboya çalışmalarında da doğayı anımsatmayan salt soyut bir anlayışı benimser. Bu tür resimleri için şöyle der: “Ben içimi sarmış soyut bir tabiata bakıyorum. Oradan hareket ediyorum, daima görülmemiş, keşfedilmemiş bir armoniye varmak istiyorum. Şimdiki resimlerimden de çılgınca tabiatı sevdiğim zamanlardaki gibi aynı zevki alıyorum, aynı heyecanı duyuyorum.”
Bu sözlerinden de anlaşılacağı gibi Arif Kaptan, soyutu, yaşamdan kopuk bir biçimler düzenlemesi olarak görmüyor, tersine, yaşamla bu soyut birleşimler arasında bağlantılar kuracak yoğun bir duyarlığı amaçlıyordu.İlk çalışmalarının doğaya açık bir çizgi üstünde gelişmiş olması, sonraki soyut dönemi için de bir tür soyut doğa imgesini ön plana çıkarmış ve bu yol da kararlı, bilinçli bir yol izlemesini kolaylaştırmıştır.
Orhan Peker
30. ) ORHAN PEKER : Türk ressam. ( DOĞUM : 1927 , Trabzon – ÖLÜM : 28 Mayıs 1978 İstanbul, TÜRKİYE )
İlkokulu doğduğu şehir olan Trabzon’da tamamlayan Peker lise öğrenimine İstanbul’daki Avusturya Lisesi’nde devam etti. 1946 – 1951 yılları arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Bedri Rahmi atölyesinde ve Fransa’da resim öğrenimi gördü. 1947 yılında arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Onlar Grubu’nda yer aldı.
Resimleri ilk kez 1951 yılında açılan Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde sergilendi. Ressam, ilk kişisel sergisini ise 1953 yılında açtı. 1955 senesinde tercümanlığını yaptığı İstanbul Şehir Tiyatroları yönetmeni Max Meincke ile birlikte Viyana ve Paris’i ziyaret etti. 1956 yılında Oskar Kokoschka’nın düzenlediği Yaz Akademisi’ne katılan Peker’in aynı dönemde Almanya’da taşbaskı eserleri sergilendi. Ressam 1957 yılında Türkiye’ye döndü ve 1959 yılında Ankara’ya yerleşerek Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nda çalışmaya başladı.
1965 yılında düzenlenen Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik kazanmasının ardından Madrid’e giderek şehirdeki sanat ortamını gözlemlendi. Aynı günlerde İspanyol ressam El Greco’nun portrelerinden birini kopyaladı. 1966 yılında Türkiye’de yılın ressamı seçildi. Peker, TRT’nin düzenlediği resim yarışmasında Aşık Veysel portresiyle başarı ödülü, Bayındırlık Bakanlığı’nın açtığı yarışmada Ragıp Buluş’la birlikte hazırladığı projeyle birincilik ödülü de kazanmıştır. Ressam ayrıca, Almanya’daki Türk çocukları için hazırlanan Ağaca Takılan Uçurtma (1974), Metin Eloğlu’na ait Rüzgar Ekmek ve Çetin Öner’e ait Gülibik isimli kitapları da resimledi.
Avrupa çeşitli şehirlerinde sergiler açan Peker, ölümünden kısa bir süre önce İstanbul’a yerleşti. Son kişisel sergisini Bedri Rahmi Galerisi’nde açtı ve güvercin temalı eserlerini sergiledi.
28 Mayıs 1978 tarihinde İstanbul’da ölen Peker’in mezarı Zincirlikuyu Mezarlığı’ndadır.
Sanat Felsefesi :
Orhan Peker’in aktif olduğu dönemde Türk resim sanatında kompozisyon figüratif ve soyut olmak üzere başlıca iki alana yayılmıştı. Adnan Çoker, Nejat Devrim,Ömer Uluç gibi ressamlar soyut alanda öne çıkarken Orhan Peker, Cihat Burak, Nedim Günsür, Yüksel Arslan, Neşet Günal gibi isimler figüratif alana yönelmişlerdi.
Peker, özellikle 1960’dan sonra figüratif çalışmalarına ağırlık verdi. Bu çalışmalarında Oskar Kokoschka’nın ekspresyonist etkilerine de rastlanabilir.
Refik Epikman
31. ) REFİK EPİKMAN : Türk ressam. ( DOĞUM : 1902 , İstanbul – ÖLÜM : 17 Mayıs 1974, Ankara, TÜRKİYE )
Davutpaşa İdadisi’nden sonra 1918 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girdi. 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın açmış olduğu Avrupa sınavını kazanarak öğrenimine devam etmek üzere Paris’e gitti. Paris’te Julian Akademisi’nde Paul-Albert Laurents atölyesinde çalıştı.1928 yılında öğrenimini tamamlayıp yurda döndüğünde İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne öğretmen olarak atandı. 15 Nisan 1929 tarihinde kurulan Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin kurucu üyeleri arasında yer alır.
Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliğinde, Refik Epikman’ın dışında, Cevat Dereli, Şeref Akdik, Mahmut Cüda, Nurullah Berk, Hale Asaf, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi gibi ressam ve heykeltıraş Muhittin Sebati ile Ratip Aşir Acudoğlu gibi kurucu üyelerden oluşmaktadır. Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin resim alanında kurumsallaşmasının belirgin bir kanıtı olan, sanatçı birliği olarak kurulmuştur. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin resim alanında “Müstakiller” hareketi, Avrupa’da sanat alanında hızla ortaya çıkan değişimleri Türkiye’ye getirmeleri, bir başka değişle Müstakiller hareketinin, Türkiye Cumhuriyeti’nde eser veren sanatçıların ortak anlayış çerçevesinde bir araya gelerek “grup” kavramının ortaya çıkmasına neden olmaları bakımından önemlidir.
1931 yılında askerlik nedeniyle akademideki göreviden ayrılan sanatçı, askerde olduğu dönemde akademiye egemen olan, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti üyelerinin engellemeleri nedeniyle, 1933 yılında askerlik görevinden döndüğünde, yeniden akademiye kabul edilmedi. Bunun üzerine Ankara Atatürk Lisesi’nde resim öğretmeni olarak göreve başladı, 1939 yılında ise Ankara Gazi Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü Resim-iş bölümüne atölye hocası olarak atandı.
1966 yılına kadar bu görevde kalan Refik Epikman, emekli olduktan sonra Halkevlerinde Güzel Sanatlar kolu başkanlığına getirildi. Resim uygulamalarının dışında çeşitli yayın organlarında yazdığı yazılar ile sanat olgusu adına önemli etkinlikler gerçekleştirdi. Sanat üzerine yazı ve kitaplarıyla, Türkiye’de sanat yayımcılığının emekleme aşamasının yaşandığı bir dönemde, önemli hizmetlerde bulundu. 1944’te düzenlenen 6. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde üçüncülük ödülünü, 1974’te 35. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde ise şeref ödülüne layık görüldükten 1 gün sonra 17 Mayıs 1974 tarihinde ölmüştür.
Çalışmalarını karma sergilerde sergileyen; ancak kişisel sergi açmayan sanatçı, ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının toplantı salonuna açılan odalarına Cumhuriyet’in ilanını konu alan büyük boyutlu resimler yaptı.
Sanat Görüşü :
Epikmanın çalışmalarını resimsel dil açısından, dışavurumcu konstrüktif – kübist etkili ve soyut eğilimler olmak üzere iki grupta toplamak mümkün. Her iki grupta da konu seçiminde çeşitlilik hakimdir.
Epikman yurt dışına çıkmadan önce Akademi’de Çallı’nın yanında çalıştı.Bu sürede izlenimci akımın etkisi altında yetişti. Ancak Fransa’daki eğitiminden sonra yurda döndüğünde izlenimcilik anlayışından tamamen uzaklaşarak konstrüktif bir temelden hareket ederek resim yapmaya başladı, süreç içerisinde kübist anlayışın yansımalarını çalışmalarına dahil etti. Bu dönem resimlerinde kullandığı renk ve ışık, izlenimci resim anlayışından tamamen farklı özelliklere sahiptir. Bu özellikleri yansıtan en önemli eseri 1928 yılında yaptığı “Bar” adlı resmidir.
”Bar”resiminde komposizyon içerisinde yer alan figürlerin kübist -kontrüktivist bir anlayışla biçimlendiği görülmektedir. Komposizyonda etkili olan ışık, loş bir ortamı betimleyecek niteliktedir.Komposizyonun merkezinde yer alan dans eden çift, belirgin bir hareket etkisini yansıtmaktadır. Bu hareket etkisi, figürler üstüne düşen parlak ışık ve devinimin gereği biçim bozma çabasıyla desteklenmektedir. Resmin solunda yer alan kırmızı giysili figür, komposizyonun temasını oluşturan bar ortamda dans eden çiftlerin çoğulluğunu vurgulamak adına tamamlayıcı ögedir. Bu figür aynı zamanda yaşanılan mekanın, resim çerçevesinin sınırlarıyla sınırlı olmadığını göstermektedir.Ayrıca resim yüzeyinde kullanılan kırmızı ve sarı renklerin nitelikleri expresif bir tavrın varlığını da göstermektedir.
1950’lerden itibaren başlayan soyut eğilimler Refik (Fazıl) Epikman’ın resimlerinde 1960’lı yıllardan sonra etkisini göstermeye başlar. 1966 yılında yapmış olduğu “Statik Düzen” adlı eseri soyut anlayışın egemen olduğu önemli bir örnektir. Bu tarihlerde “Soyut Komposizyon” adı altında yaptığı resimlerinde tuval yüzeyine dağılan geometrik kuruluşları ve lekesel değerler ile görsel ve duygusal çağrışımları ortaya koymaktadır.
“Statik Düzen” adlı çalışmasından sonra ki bir tarihte yapmış olduğu “Vizyon III” adlı çalışmasında komposizyona hakim olan erkek figürü ile komposizyonda yer alan diğer unsurlar arasında varolan oransızlık, yeni eğilimin yanısıması olarak karşımıza çıkmaktadır.Bunun yanında soyut anlayışla yapmış olduğu diğer resimlerinden farklı olarak biçime bağlı kalmasına rağmen kübist bir tavrın egemen olduğu gözlemlenmektedir.
Ar, Ülkü, Güzel Sanatlar Dergisi gibi dönemin yayın organlarında sergi eleştirileri, sanat olayları ve sanat akımları ile ilgili yazılar da yazan sanatçı, Halkevi yayınları arasında çıkan 1944 yılında yazdığı 13-17. yüzyıllar arası “Klasik Ressamlar” , 1946 yılında yazdığı 17.,18. ve 19. Yüzyıl Dünya Sanatı adlı kitaplar sanat tarihi araştırmalarının ürünleridir.
Osman Zeki Oral
32. ) OSMAN ZEKİ ORAL : Türk ressam. ( DOĞUM : 1925 ,Ereğli – ÖLÜM : 4 Mayıs 2012 Ankara , TÜRKİYE )
1950 yılında İGDSA Resim Bölümü Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinden mezun oldu. Uzun yıllar Ankara Devlet Güzel Sanatlar Galerisi ‘ni yönetti.
1966’da Tahran Uluslararası İki yılda bir Sergisi’nde onur ödülü,
1973’te 34. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde Alaplı, Taşbaşı adlı yapıtıyla başarı ödülü,
1973’te 50. Yıl Resim ve Heykel Sergisi’nde başarı ödülü,
1985’te 46.Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde Ereğli-Bozhane Önü adlı yapıtıyla başarı ödülü kazanan Osman Zeki Oral’ın başlıca resimleri, İstanbul ve Ankara Resim ve Heykel Müzelerinde, Ankara’daki Milli Kütüphane koleksiyonunda, ayrıca özel ve resmi başka koleksiyonlarda bulunmaktadır.
Sanat Görüşü :
Osman Zeki Oral’ın, genellikle Karadeniz yöresinin manzaralarını konu alan büyük boyutlu tabloları, aynı dönemde Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinden yetişmiş öteki ressamlarda da ağır basan yöresellik anlayışına bağlıdır. Dış çizgileri kesin hatlarla sınırlanan, içleri saf, katışıksız ve uçuk tonlarla doldurulan yöresel görünümler, herhangi bir çağdaş akım yada eğilimi izlemek yerine, kendi duyarlığının, doğa sevgisinin, yaşanmış anılarının kaynaklarını araştırmaya, yansıtmaya yönelik bir çabanın ürünleridir.
BRDH ‘nin kurucu üyeleri arasında yer alan ressam 4 Mayıs 2012 tarihinde Ankara ‘da 87 yaşında öldü.
Adnan Cahit Ötüken
33. ) ADNAN CAHİT ÖTÜKEN : Eğitimci, yazar, Türk kütüphaneciliğinin öncülerinden, Türk Milli Kütüphanesi’nin kurucularındandır. ( DOĞUM : 1911 , Manastır – ÖLÜM : 2 Mart 1972 , İstanbul , TÜRKİYE )
Şeref Akdik
34. ) ŞEREF AKDİK : Türk ressam ve hattat.
İlk ve orta öğrenimini Fatih’te tamamladı. 1915 yılında girdiği Sanayi-i Nefise Mektebi (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi)’nde Warnia Zarzecki, Ömer Adil ve İbrahim Çallı ile çalıştı. Akademi’de öğrenci iken; 1916’da Türk Ressamlar Sergisi’ne, ardından da 1921’den başlayarak Galatasaray Sergileri’ne katılmaya başladı. 1924 yılında mezuniyetinden sonra Gazi Osman Paşa Lisesi’nde bir yıl öğretmenlik yaptı.
Yurtdışına gitmek için, Avrupa sınavlarına katıldı. Sınavı başaranlar arasında kendisiyle birlikte Muhittin Sebati,Mahmut Cuda, Cevat Dereli, ile Refik Epikman da vardı. 1925 yılında Paris’e gitti. 1926’da Julian Akademisi’ndeAlbert Laurens ile çalıştı. 1928’de İstanbul’a döndü. Kısa bir süre Sivas Lisesi’nde ve daha sonra Ankara Öğretmen Okulu’nda (Gazi Terbiye Mektebi) resim öğretmenliği yaptı. 1929’da Ankara Erkek Lisesi’de öğretmenlik yaparken aynı yıl, Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliğinin kurucuları arasında yer aldı. Ankara Musiki Muallim Mektebi öğretmenliğine 1930 yılında atandı.
1932’de Ankara Halkevi’nde ilk kişisel sergisini açan sanatçı, Aynı yılın sonunda İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’nda, 1933’te Kadıköy Erkek Lisesi’nde ve 1934’te Haydarpaşa Lisesi’nde resim öğretmenliği yaptı.
1940 yılında Halkevleri “Yurt Gezisi” programı kapsamında 3. Yurt Gezisi’ne katıldı ve Mersin’e gitti. 1948’de İstanbul Öğretmen Okulu’na ve 1951’de de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne atandı.
1956’da “Vilayet Tabloları” sergisine “Kütahya Kalesi” adlı yapıtıyla katıldı. 1957’de İstanbul Belediyesi Beyoğlu Şehir Galerisi’nde Retrospektif sergi açtı.
Güzel Sanatlar Akademisi’nden 1964 yılında emekli olan sanatçı. 1972’de İstanbul’da öldü. Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.
Bedri Rahmi Eyüboğlu
35. ) BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU : Türk ressam, yazar ve şairdir. ( DOĞUM : 1911 Görele, Giresun – ÖLÜM : 21 Eylül 1975 , İstanbul , TÜRKİYE )
Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlayıp Paris’te sürdürdüğü resim öğreniminin ardından yurda dönmüş ve yaşamı boyunca Güzel Sanatlar Akademisinde ders vermiştir. Yazma, gravür, seramik, heykel, vitray, mozaik, hat, serigrafi, litografi gibi birçok formlarda eserler üreten sanatçı, geleneksel süsleme ve halk el sanatlarında seçtiği motifleri yapıtlarında Batı’nın teknikleriyle birleştirerek kullandı. Şiirlerinde de halk kaynağından beslendi; masallardan, söylencelerden, türkülerden yararlanarak, doğa tutkusunu, insan sevgisini, yaşama sevincini, toplumsal sorunları yansıttı. En ünlü şiiri, Karadut adlı aşk şiiridir.
Milletvekili Mehmet Rahmi Eyüboğlu’nun oğlu, Türk aydınlanmasının öncülerinden Sabahattin Eyüboğlu ve ilk kadın mimarlardan Mualla Eyüboğlu’nun kardeşi, ressam Eren Eyüboğlu’nun eşidir.
Yaşam Serüveni :
1911 yılında babasının kaymakam olarak görev yapmakta olduğu Giresun’un Görele ilçesinde dünyaya geldi. Mehmet Rahmi Bey ve Lütfiye Hanım çiftinin beş çocuğundan ikincisi idi. Babası, Maçkalı Eyüboğlu ailesindendi. Asıl adı Ali Bedrettin iken zamanla Ali unutuldu ve ismi önce Bedir’e, sonra Bedri’ye dönüştü.Çocukluğu Anadolu’nun değişik yerlerinde geçti. Havza, Kütahya, Ankara, Artvin’de bulunduktan sonra babasının TBMM II. döneminde Trabzon milletvekili seçilmesi üzerine ailesi 1925’te Trabzon’a yerleşti. Trabzon Lisesi’nde öğrenim gördü. 1927’de okuluna resim öğretmeni olarak atanan ve yedi ay görev yapan ünlü ressamZeki Kocamemi, yeteneğini keşfetti ve onda resme ilgi uyandırdı. Bir öğrenim bursu ile Fransa’ya gitmiş olan ağabeyi Sabahattin’in gönderdiği resim kitapları, ilgisinin devamını sağladı. Edebiyata da ilgi duyan Bedri Rahmi, ilk şiirlerini de lise yıllarında iken yazdı.
1929’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi. Nazmi Ziya Güran ve İbrahim Çallı’nın öğrencisi oldu. Edebiyata ilgisini de sürdürerek Ahmet Haşim’den estetik ve mitoloji dersleri aldı. 1931’de diplomasını almadan, kendisiyle bursunu paylaşan ağabeyi ile beraber Fransa’ya gitti. Dijon ve Lyon’da Fransızcasını geliştirmek için çalıştı. Bu arada Gauguin ve El Greco gibi beğendiği ustaların resimlerini bulundukları müzelerden kopya etti. Van Gogh, Gauguin, Cezanne onu mesleğine bağlayan ustalar oldu. 1932 yılında, Paris´te bir ay kadar André Lhote Atölyesi´nde çalıştı; ilerde yaşamını birleştireceği Ernestine Letoni ile tanıştı. Matisse, Brague ve Chagal’ın resimlerini, Türk kilimlerini, minyatürlerini inceledi. 1933 yılında yaptığı Yavuzlu, Gülcemalli resimleri ses getirdi; o yıl Londra´ya gitti; yıl sonunda Türkiye´ye geri döndü.
Bedri Rahmi, yurda döndükten sonra 1934 yılında, Yeni Adam Dergisi’nde ressam olarak çalışmaya başladı.Aynı dönemde şiirleri edebiyat dergilerinde yayımlanmaya başlamıştı. Akademi diploma yarışmasında “Yol İnşaatı” konulu resmi ile üçüncü olan Bedri Rahmi, bu sonuçtan memnun kalmayarak yeniden yarışmaya hazırlanmak için mezun olmayı istemedi. 27 Aralık 1934 tarihinde 30 resim ile D Grubu Sergisi´ne katıldı. Bazı resimlerini de Ernestine’in resimleri ile beraber sergilenmeleri için Romanya’ya yollamıştı. Böylece ilk kişisel sergisi 1 Ocak 1935 tarihinde Bükreş´te Hasefler Galeri´sinde kendi katılımı olmadan açıldı. Bir firmada çevirmenlik yapmak için geçici bir süre gittiği Çerkeş’te çocukluğunun manzaralarını yeniden keşfetti. Tan Gazetesi’nde yazmaya başladığı yazıları Çerkeş’ten döndükten sonra yoğunlaştrdı. Artık İstanbul’a yerleşen ve “Eren” adını alan Ernestine Letoni ile 16 Nisan 1936 tarihinde evlendi. Tekel Genel Müdürlüğü´nde işe girdi. Vitrin düzenleyici olarak göreve başladı ve Sipahi Ocağı sigarasının kapağındaki “Koşan Mızraklı Atlar” figürünü tasarladı. Güzel Sanatlar Akademisi´nin 1936 yılında diploma yarışmasında “Hamam” adlı çalışması ile birinci olarak diplomasını aldı.
Sovyetler Birliği´ne götürülen ve Cumhuriyet devrinin ilk yurtdışı sergisi olan Türk Resim ve Heykel Sergisi´ne üç resim ile katıldı.
1937 yılında, Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü başkanı olan Fransız ressam Leopold Levy´in kendisine asistan olarak seçtiği birkaç genç ressamdan biri Bedri Rahmi oldu, böylece uzun yıllar sürecek akademik kariyeri başladı. Akademi Başkanı Burhan Toprak o yıllarda Türk ressamları hakkında kitaplar hazırlatıyordu. Bedri Rahmi, eski öğretmeni Nazmi Ziya Güran üzerine bir inceleme kitabı hazırlayıp kitap haline getirdi.
Bedri Rahmi, CHP Yurt Gezisi programı kapsamında Eylül 1938´de Edirne´ye gitti. Dönemin en önemli sanat atılımlarından olan bu gezi programını çok benimsemişti. Edirne’de insan figürü olmayan doğa resimleri çizdi., yöresel motifleri resmetti. 1 Kasım 1938 tarihinde çıkan Ses Dergisi yazarları arasında yer aldı. Resimlerini, desenlerini ve deneme yazılarını bu dergide yayımladı. 1939 ta Birinci Devlet Resim ve Heykel Sergisinde “Figür” adlı yapıtı ile üçüncülüğü Arif Kaptan ile paylaştı. 9 Kasım 1939 tarihinde, askerlik görevini yapmak üzere yedek subay okuluna alındı. Aynı yıl oğlu Mehmet Hamdi Eyüboğlu dünyaya geldi.
1941’de askerlik görevini tamamladıktan sonra ilk şiir kitabını “Yaradana Mektuplar” yayımlandı. Geleneksel halk sanatlarından seçtiği motifleri başarılı bir biçimde kullandığı gibi şiirlerinde de halk edebiyatının masal, deyiş gibi türlerine karşı duyduğu hayranlığı yansıttı.
1940’lardan sonra duvar resimlerine yönelen Bedri Rahmi, Paris’te İnsan Müzesi’nde ilkel kavimlerin sanatını inceledikten sonra güzelin yararlı, yararlının güzel olabileceği fikrini benimsedi ve eserlerinde bu görüşü yansıttı. 1942 yılında, CHP´nin yurtiçi gezileri programına ikinci kez katılarak Çorum´a ve oradan İskilip’e gitti, İskilip’te iki hafta kaldı. Bu İskilip gezisi, onun resim anlayışını etkiledi ve değiştirdi. Resimlerinde yoğun olarak halay çekenler, han avluları, çocuk emziren kadınlar, saz çalan aşıklar temalarını işlemeye başladı. 31 Ekim 1942 tarihinde Dördüncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi´nde ikincilik ödülünü kazandı.
Zamanla duvar resimlerine yönelen sanatçı 1943 yılında, Ortaköy Lido Yüzme Havuzu için ilk duvar resimlerini gerçekleştirdi. Mimari ile diğer güzel sanatlar yapıtlarının bir arada kullanılmasının güzel sonuçlar doğuracağına, mimar-sanatçı işbirliğinin gerekliliğine inanıyordu ve hayatı boyunca bunu savundu. 1945-1947yılları arasında “Mari´nin Portresi”, “Alis I”, “Alis II” gibi önemli portre dizisini oluşturdu. Portrelerini kâğıt, bazen de tahta üzerine yapıyordu. 1946 yılında, Ankara Büyük Tiyatro´nun (operanın) girişindeki kapıların üstüne ikinci duvar çalışmasını yaptı (“Kız kaçırma” konulu bir fresk). 1946 yılı Kasım ayında UNESCO´nun Paris´te düzenlediği uluslararası sergiye gönderilen resimleri ilgi çekti.
Bedri Rahmi, asistan olarak akademik hayatına başladığı günlerden beri öğretmenlik görevini çok önemsemiş, usta-çırak ilişkisinin önemine inanmıştı. Bu düşünceyle 1947 yılında, genç sanatçılardan oluşan “10´lar Grubu”nun kurulmasına öncülük etti. Grubun üye sayısı bir yıl içinde otuzu geçti. Bedri Rahmi, kendisini tümüyle resme vermesi konusundaki telkinlere rağmen şiir yazmayı da hiç bırakmadı ve 1948 yılının Ağustos ayında ikinci şiir kitabı “Karadut” yayımlandı.
Eren Eyüboğlu ile birlikte 1947 yılında D Grubu’ndan ayrılmış olan sanatçı, o yıl portrelerini sergilediği bir sergi açtı; 1950 yılında ise Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi´nde 150 resimden oluşan “Retrospektif” sergisi düzenledi ve büyük ilgi gördü. Serginin ardından birkaç aylığına Paris’teki eşinin yanına gitti. 1933’ten beri ilk defa yurtdışına çıkan Bedri Rahmi, müzeleri gezdi ve İnsan Müzesi´nden çok etkilendi. Başörtüsü veya kilimin hem güzel, hem işe yarar olması gibi sanat eserlerinin bir iş görmesi gerektiği düşüncesi sanat anlayışını şekillendirdi. “Güzel yararlı olmalıdır” düşüncesinden hareketle “Yazmacılık” geleneğine yeni bir yorum getirdi. Eşi ile birlikte 1950’de yurda döndükten sonra İstanbul’da Maya Sanat Galerisi’nde sergi açtı. Aynı yıl, Kariye Camii düzenlemesini yaptı ve Bizans mozaikleriyle ilgilenmeye başladı. 1951 yılında, “Küçük Sahne”yi süsledi. ve ilk “Yazma Sergisi”ni açtı. 1953 yılında Yazmaları ve özgün baskıları Philadelphia Print Club da sergilendi. 14 Eylül´de Time dergisi iki renkli sayfa ayırdı. 1954 yılında Bedri Rahmi “Türk Tepsisi” adlı motifi ile Steuben Glass adlı bir firmanın tertiplediği yarışmada ödül kazandı ve motif kristale oyularak teşhir edildi.
Yazı yazma tutkusunu ise 1951’de Yeni Sabah gazetesindeki yazılarıyla sürdüren Bedri Rahmi, yazarlığını bu gazetede sürdüremeyince Cumhuriyet gazetesine geçti ve 1952- 1958 yıllarında düzenli olarak yazdı. 1953’te üçüncü şiir kitabı “Tuz”, 1956’da ilk düzyazı kitabı “Canım Anadolu”, 1957’de “Üçü birden”adlı kitabını yayınladı yayımlandı.
1953-1960 arasında resim alanına çalışmalarını büyük boyutlu mozaiklerle sürdürdü. 1954-1957 yılları arasında Hilton ve Divan otellerinde ve KLM İstanbul merkezindeki panoları yaptı. 1957 yılında Tokyo özgün baskı Bienaline katıldı. 1958 yılında 1958 Brüksel Expo’sundaki Türk Pavyonu için yaptığı 227 metrekarelik çalışmasıyla altın madalya aldı. 1959 yılında, Paris´te Nato merkezine 50 metrekarelik bir pano hazırladı.
Bedri Rahmi, 1961’de aldığı Rockfeller Bursu ile iki yıl için eşi ile birlikte ABD’ye giderek çalışmalarını yurtdışında sürdürme fırsatı buldu. Bu dönemde zengin renklerle soyut biçimlere yöneldi. Görülmedik, bilinmedik renkler bulabilmek için denemeler yaptı, plastik tutkal – plastik boyalar – kum – talaş ve buruşturulmuş Japon kağıdı kullandı. ‘Amerika Dönemi´’nin sanatına başka bir boyut kazandırdığına ifade etti. Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley´de iki yıl misafir profesörlük yaptı. 1961 Ağustos´ta Unicef çocuklar yararına “Eşeğin Üzerinde Çocuklarını Taşıyan Anadolu Köylü Kadın” motifi Amerika´da kartpostal olarak basıldı. 1962 Aralık ayında New York Modern Sanat Müzesi “Zincir” adlı resmini satın aldı.
Joan Miro
36. ) JOAN MİRO : Katalan ressam ve heykeltıraş. ( DOĞUM : 20 Nisan 1893 , Barcelona , İSPANYA – ÖLÜM : 25 Aralık 1983 , Palma de Mallorca , İSPANYA )
Joan Miró Ferra, 1893’te İspanya, Barselona’da dünyaya geldi. 14 yaşında Barselona’da La Lonja’s Escuela Superior de Artes Industriales y Bellas Artes (Güzel Sanatlar ve Endüstriyel Sanatlar Okulu)’na katıldı. 3 yıllık sanat eğitimi sonrasında, burada memur olarak göreve başladı. Daha sonra sanat çalışmalarına devam edebilmek için bu görevi bıraktı ve 1912-1915 yılları arasında Barselona’daki Francesc Galí’s Escola d’Art isimli sanat okuluna devam etti. Galeri sahibi olan José Dalmau’nun teşvikiyle ilk sergisini Barselona’da 1918 yılında açtı.
1920 yılında Paris gezisi sırasında Pablo Picasso ile tanıştı. Bundan sonra Miro zamanının yarısını Paris’te geçirmeye başladı ve burada tanıştığı Max Jacob, Pierre Reverdy, ve Tristan Tzara ile Dada hareketine katıldı. Paris’teki ilk sergisi 1925’te Galeri Pierre’de büyük bir sürrealist hareket olarak yankı buldu.
1936’da iç savaş sebebiyle İspanya’yı terk etmek zorunda kaldı, 1941’de geri döndü. Aynı yıl New York, The Museum of Modern Arts’da ilk büyük retrospektif sergisini açtı. Miro, Josep Lloerns y Artigas’la birlikte seramik çalışmalarına başladı bununla beraber baskı alanına da ilgi gösterdi. 1954-1958 yılları arasını bu iki konuya konsantre olarak geçirdi. 1954’deki Venedik Bienali’nde grafik dalında büyük ödüle layık görüldü ve çalışması bir sonraki yıl Kassel’de yapılan ilk Documanta Fuar’ına dahil edildi. 1958’de Paris UNESCO Binası’ndaki eseri ile Uluslararası Guggenheim Ödülünü aldı. Sonraki yıl tekrar resim yapmaya başladı, 1960 yılında heykeltıraşlığa başladı. Miro’nun retrospektifleri, Paris, Musée National d’Art Moderne ve Grand Palais’de yer aldı.
Miro, 25 Aralık 1983’te İspanya’nın Palma de Mallorca şehrinde hayata gözlerini kapadı.
Burhan Doğançay
37. ) BURHAN DOĞANÇAY : Türk fotoğrafçı ve ressam. ( DOĞUM : 11 Eylül 1929 , İstanbul , TÜRKİYE – ÖLÜM : 16 Ocak 2013, İstanbul , TÜRKİYE )
Burhan Doğançay, 11 Eylül 1929 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. İlk sanat eğitimini, ressam babası Adil Doğançay ve diğer bir ressam Arif Kaptan’dan almıştır. 1950 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra; 1950 ile 1955 yılları arasında Fransa’daki Académie de la Grande Chaumière’de sanat kurslarına katılmış ve 1953 yılında Paris Üniversitesi’nde iktisat konusunda doktora yapmıştır.
Bu dönemde, resim çalışmalarına devam etmiş ve eserlerini birkaç karma sergide sunmuştur. Daha sonra; 1970’li yıllarda fotoğrafçılığa başlamış ve dünya çapındaki bütün şehir duvarlarını çekmeye girişmiştir.
Kasım 2009’da, yaptığı tablolardan Mavi Senfoni, Yıldız Holding yöneticisi Murat Ülker tarafından 2,2 milyon TL’ye alınmıştır.
Ayrıca; Doğançay, gençlik yıllarında Gençlerbirliği’nde futbol oynamıştır.
Burhan Doğançay İstanbul’da tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde hayatını kaybetti. 84 yaşında olan Burhan Doğançay, 18 Ocak Cuma günü Teşvikiye Camii’nde öğle namazını müteakip kılınacak cenaze namazının ardından kendi vasiyeti üzerine 19 Ocak Cumartesi günü Bodrum Turgutreis’te bulunan Karabağ Mezarlığı’nda defnedildi.
Adil Doğançay
38. ) ADİL DOĞANÇAY : Türk ressam. ( DOĞUM : 1900, İstanbul – ÖLÜM : 1990, İstanbul , TÜRKİYE )
1900 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Tüccar Ali Bey’dir. Eyüp Rüştiyesi’nde okurken, Şerif Renkgörür’den ve Harita Mühendislik Mektebi’nde okurken, Diyarbakırlı Tahsin Bey’den resim dersi aldı. 1920 yılında bu okulu bitirdi ve İstiklal Savaşı’na katıldı. Çoğu zaman tabiattan konular çalıştı. Önceleri detaya inerek, realist eserler verdi. Daha sonraları, empresyonist bir anlayışa yöneldi. 1990 yılında vefat etti.
Han Tümertekin
39. ) HAN TÜMERTEKİN : Türk mimar. ( DOĞUM : 1958, İstanbul, TÜRKİYE )
Mimari etkinliğini 1986 yılında İstanbul’da kurduğu Mimarlar ve Han Tümertekin Proje Danışmanlık Hizmetleri Ltd. Şti. çerçevesinde yürütmektedir. Tümertekin, Türkiye başta olmak üzere, Hollanda, Japonya, Kanada, Birleşik Krallık ve Fransa’da projeler gerçekleştirmiştir. Mimarlık öğrenimini İstanbul Teknik Üniversitesi’nde tamamlayan Tümertekin, İstanbul Üniversitesi’nde tarihsel koruma konusunda çalışmalar yapmıştır. Mesleki çalışmalarına ek olarak 1992 yılından bu yana mimarlık öğrenimine de katkıda bulunan Tümertekin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Yüksek Lisans programının kurucu ve yürütücülerindendir. Harvard Graduate School of Design, Ecole Spéciale d’Architecture-Paris ve Ecole Polytechnique Fédérale de Lausanne’da konuk öğretim üyeliği yapmaktadır. Ulusal ve uluslararası pek çok jüride görev alan Tümertekin verdiği konferanslar ve yönettiği workshop’ lar ile uluslararası mimarlık etkinliklerinde yer almaktadır. Domus, Abitare, Architectura Viva, d’Architecture, ‘World Atlas of Contemporary Architecture’, ‘Atlas of 21st Century World Architecture’ gibi yayınlar Tümertekin’in çalışmalarına yer vermiştir. Ayrıca seçilmiş projeleri Harvard University Press tarafından bir monografi olarak yayınlanmıştır. 1998 ve 2000 yıllarında Ulusal Mimarlık Ödülü’ne (Türkiye) layık görülen Tümertekin’in çeşitli ulusal ve uluslararası ödülleri vardır. Mies van der Rohe ödüllerinde SM Evi sergilenen Tümertekin, ‘B2 Evi’ ile 2004 Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazanmıştır. ‘2007 Ağa Han Mimarlık Ödülü jürisinde de yer alan Tümertekin, 2008 yılından bu yana Ağa Han Mimarlık Ödülleri Yönetim Kurulu üyesidir.
Ağa Han jürisinin B2 evi için görüşleri şöyle: “Yepyeni, benzeri görülmemiş bir yaratım ama bir yandan da, yer aldığı ortamdan koparılması olanaksız bir parça. Çevresindeki yapılar ve yer şekilleriyle birlikte geçmişten gelen bir ev; kendine en yaraşan giysilere bürünmüş, gururla bekliyor kendi çağının gelmesini. Yapı olabildiğince az sayıda eleman kullanılarak gerçekleştirilmiş, ama gene de derin bir saygı uyandırıyor. Mimarlık mesleğinin tüm bilgisinin, tüm zenginliğinin seferber olup kendisini ortaya çıkardığını biliyor. Mimarının birey olarak beslediği istekleri, mimarının yaşadığı özlemleri, o en benzersiz yanını yaşam alanına taşıdığını gayet iyi biliyor.”
Süleyman Seyyid
40. ) SÜLEYMAN SEYYİD : Türk ressam. ( DOĞUM : 1842 , İstanbul – ÖLÜM : 1913 , İstanbul )
Türk resim sanatının ilk kuşak ressamları arasındadır. Askeri okullarda toplam 36 yıl resim dersi vermiş; çok sayıda natürmort ve konularını güzellik kaynağı olarak gördüğü Üsküdar’dan seçtiği manzara resimleri yapmıştır.
İvan Ayvazovski
41. ) İVAN AYVAZOVSKİ : Eserlerinin yarıdan fazlasının konusu deniz manzaraları olan Ermeni asıllı Rus ressam. ( DOĞUM : 29 Temmuz 1917, Feodosya, Rus İmparatorluğu – ÖLÜM : 5 Mayıs 1900, Feodosya,Rus İmparatorluğu )
Kırım’da bir Karadeniz liman şehri olan Feodosiya’da Ayvazyan soyadını taşıyan yoksul bir Ermeni ailesinde dünyaya geldi. Simferopol Lisesi’nde iken resim yeteneğinden ötürü 16 yaşında Çar I. Nikolay’ın emriyle St. Petersburg Akademisi’ne alındı. 1836’da akademiden mezun olduktan sonra devlet tarafından Avrupa’ya gönderildi. Yıllar süren seyahatleri sırasında birçok ülkede sergileri açıldı, çağın en yetenekli Rus ressamı olarak ün kazandı.
1844’te Rusya’ya dönüşünde Rus Donanması’nın resmi ressamlığı görevine atandı. Bu görevi dolayısıyla yaşamı boyunca çok sayıda deniz ve gemi resmi yaptı.
1845’te geldiği İstanbul’da Sultan Abdülmecit tarafından Beylerbeyi Sarayı’nda kabul edildi. 1845-1890 arasında İstanbul’a toplam dört ziyaret yaptı. 1874’teki ziyaretinde Mimarbaşı Sarkis Balyan’ın Kuruçeşme Adası üzerinde bulunan ikametgâhında bir ay kadar misafir olarak Sultan Abdülaziz’in Dolmabahçe Sarayı için sipariş ettiği tabloları hazırladı. 1890’daki son ziyaretinde Sultan II. Abdülhamid’in huzuruna kabul edilerek padişaha iki tablosunu hediye etti.
Beşbinin üzerinde eseri olan Ayvazovski’nin tablolarının büyük bir kısmı St. Petersburg, Moskova ve Erivan devlet müzelerinde sergilenmektedir. 30 kadar eseri Türkiye’de Dolmabahçe Sarayı, Deniz Müzesi, Askeri Müze, Fener Rum Patrikhanesi ve İstanbul Kumkapı Ermeni Patrikhanesi’nin koleksiyonlarında bulunmaktadır.
Josep Llorens i Artigas
42. ) JOSEP LlORENS i ARTİGAS : Joan Miró ile olan işbirliğiyle tanınan bir İspanyol seramik sanatçı. Bir Avrupa sanat formu olarak seramiğin yeniden canlandırılmasında önemli bir rolü vardır.
Josep Llorens Artigas’ın eserleri, Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofia’da olmak üzere birçok galeri ve müze’de sergilendi. Sanatçının bir çok eseri, 2017 yılında Christie’nin King Street’teki ‘Post Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanat Akşam Müzayedesinde’ satılan ‘Vazo’ da dahil olmak üzere, açık artırmada 960.902 dolara satıldı.
Max Jacob
43. ) MAX JACOB : Fransız yazar. ( DOĞUM : 1876 Bretagne Quimpre, Fransa – 5 Mart 1944, Drancy Toplama Kampı , )
Bretagne’da doğmuş bir Yahudi çocuğu olan Max Jacob, öğrenimini yarıda bırakarak bir süre resimle ilgilendi. Montmartre’da, dostluk kurduğu Picasso, Andre Salmon gibi ressamlar ve Apollinaire gibi yazarlarla birlikte başı boş bir yaşam sürdü. Edebiyata, çocuklara yönelik bir öykü kitabı yazarak başladı (Histoire du roi Kaboul leret du marmiton Gauvain [Kral Kaboul I ve Aşçı Yamağı Gauvain’in Öyküsü]). Ardından, dostu Picasso’nun ofortlarla resimlediği mistik bir roman olan Oeuvres burlesques et mystiques de frere Matorel mort au couvent de Barcelone [Barselona Manastırında Ölen Rahip Matorel’in Mistik ve Bürlesk Yapıtları, 1911) ile le Siege de jerusalem (Kudüs Kuşatması, 1912) adlı dramı yayımladı. Bu yapıtlarında gerçeküstücülüğün öncüsü olarak belirdi. Diğer kitaplardan bir süre önce yazmaya başladığı şiir derlemesi Cornet â des’yi (Zar Hokkası) de 1917’de yayımladı.
Pablo Picasso
44. ) PABLO PİCASSO : İspanyol ressam ve heykeltıraş. 20. yüzyıl sanatının en iyi bilinen isimlerindendir. Georges Braque ile birlikte kübizm akımının temelini atmıştır. ( DOĞUM : 25 Ekim 1881, Malaga, İSPANYA – ÖLÜM : 8 Nisan 1973, Mougins, FRANSA )
Picasso 25 Ekim 1881’de Malaga, İspanya’da doğdu. Babası bir ressam ve resim öğretmeniydi. Küçük yaşta resim yapmaya babası tarafından yönlendirildi. Resim yeteneği kısa sürede keşfedildi. 1895’te Güzel Sanatlar Okulu’na girdi. 1901 yılından itibaren anne soyadı olan Picasso’yu kullanmaya başladı. Eserleri İspanyol bir dergi olan Juventut’ta yayınlandı.
1900’de ilk kez Paris’e gitti. Dönemin yenilikçi sanatçılarının yaşadığı Montmartre semtinde bir süre para içinde yaşadı. Picasso yaklaşık 1901-04 arasındaki ilk dönem yapıtlarında sıradan insanların, sirk palyaçolarının, akrobatlarının resimlerini yaptı. Büyük kentlerdeki yaşam kadar, sirk yaşamı da ilgisini çekiyordu. Ne var ki, tablolarında bu yaşamın hüzünlü yanını yansıttı. Sanatçının bu dönemi ‘Mavi Dönem’ olarak tanımlanır.
Picasso, Georges Braque ile kübizmin temellerini atmış sayılmaktadır. 1907’den 1914’e kadar kübist olarak adlandırılan tarzda tablolar yapar. Kübist tabloların genel özelliği, geometri ve geometrik şekillerin kullanılmasıdır. Resmedilen nesneler geometrik formlar oluşturacak şekilde basitleştirilmiş yahut geometrik şekillere bölünmüştür. Kübizmin bir diğer özelliği de uzaydaki üç boyutlu bir cismi iki boyutlu yüzeye aktarma çabasıdır. Bu amaçla Picasso, şekilleri yanal yüzeylerine bölüştürüp her birini iki boyutlu yüzeyde göstermeye çalışır. Yine bu nedenden portrelerindeki insanların hem profili hem de önden görünüşü görülmektedir.
I. Dünya Savaşı sırasında Picasso, Jean Cocteau ile beraber Roma’da kalır. Burada sahne dekoratörü olarak çalışırken dansçı Olga Kokhlova’yla tanışır. Picasso ikinci eşi olan Olga Kokhlova ve oğlunun birçok portresini yapmıştır. (Paul en Pierrot, 1925, Picasso Müzesi, Paris)
20’li yılların başında ressam klasisizme geri döner: Trois Femmes à la fontaine (1921, Modern Sanat Müzesi, Paris). Ayrıca mitolojiden de esinlenir: les Flûtes de Pan (1923, Picasso Müzesi, Paris).
Picasso tanınan en üretken sanatçıdır. Guiness Rekorlar Kitabı’na göre, toplam resim, 100,000 baskı, 34,000 kitap resmi ve 300 heykel ve birçok seramik ve çizim üretmiştir.
Bir genelevdeki beş hayat kadınını gösteren ve Kübizm akımının en önemli örneklerinden biri olarak görülen ünlü eseri Avignonlu Kadınlar, Fransa’da 1907 yazında çizilmiştir
En tanınmış eseri Alman hava kuvvetlerinin Guernica kasabasını bombalamasını anlatan Guernica adlı eseridir. Resim 1937’de yapılmıştır. Bu resim şu anda Madrid’de Reina Sofía Müzesinde bulunmaktadır. Picasso, bir sergisi sırasında kendisine, “Bu resmi siz mi yaptınız” diye soran bir Alman generaline, “Hayır, siz yaptınız” cevabını vermiştir. Bu resim Picasso’nun savaşa ve Guernica’nın bombalanmasına karşı duyduğu güçlü nefreti anlatmaktadır. Resimdeki insan ve hayvan figürleri acı, hüzün ve savaşa karşı duyulan nefreti yansıtmaktadır.
Ayrıca 1911 yılında Leonardo Da Vinci’ye ait Mona Lisa eserini, bu eserin doğduğu şehir, Floransa’ya kaçırmakla suçlandı.
Andre Salmon
45. ) ANDRE SALMON : Fransız şair, sanat eleştirmeni ve yazar.Guillaume Apollinaire ve Maurice Raynal ile Kübizm’in ilk savunucularından biriydi . ( DOĞUM : 4 Mart 1881, Paris – ÖLÜM : 12 Mart 1969,Sanary- sur – Mer , FRANSA )
Edebiyat hayatına Plume dergisinde şiirler yazarak atıldı; Vers et Prose dergisinin yazı işlerini yönetti.
Guillaume Apollinaire
46. ) GUİLLAUME APOLLİNAİRE : İtalyan asıllı Fransız şair, yazar ve sanat eleştirmeni. ( DOĞUM : 26 Ağustos 1880, Roma, İTALYA – ÖLÜM : 9 Kasım 1918, Paris, FRANSA )
Gerçek adı Wilhelm Albert Włodzimierz Apolinary Kostrowicki olan Apollinaire Polonyalı bir anne ile İtalyan bir babanın oğludur. 1880 yılında Roma’da doğdu. Monako’daki Collège Saint-Charles’da Fransızca öğrenim gördü.1902’de Paris’e yerleşti, Cannes ve Nice’de çeşitli okullara eğitimine devam etti. Edebiyat ve resim çevrelerinde sık sık görünmeye başladı.
1903’te Le Festin d’Esope adlı dergiyi kurdu.Fransa’da Pablo Picasso, André Derain, Marie Laurencin ile tanıştı. Daha sonra Almanya Rhineland’e giderek, bir süre öğretmenlik yaptı. Bu yıllarda şiirleri Fransız modern şiirleri arasındaydı.1911 yılında Pablo Picasso ve Georges Braque ile birlikte Kubist Oda 41’in düzenlenmesine yardım etti. Böylelikle resim eleştirmenliğine ağırlık verdi. İlerleyen yıllarda edebiyata özellikle şiirlere bir resim akımı olan kübizmi oturttu. Kübizme duyduğu ilgi ile birlikte sürrealizm benimsedi.
Apollinaire’in Tiresias’ın Memeleri adlı oyunu tanımlamak için kullandığı sürrealist dram ifadesi sürrealizm akımının isminin esin kaynağı oldu.
İlk inceleme yazılarını ve şiirlerini çeşitli ressamların gravürleriyle birlikte yayınladı. 1913’te geçmiş 15 yılın şiir seçkisi olan Alcools’u yayınladı.Daha sonra kübist ressamların resimlerini analiz ettiği Kübist Ressamlar adlı eseriyle kübizmden ayrılıp,kuramlarını ve öncülüğünü kendisinin yaptığı Orphizmi benimsedi.
1911 yılında Mona Lisa tablosunu çaldığı şüphesiyle bir hafta gözaltında tutuldu, suçsuz olduğu anlaşılınca serbest bırakıldı. Apollinaire, I. Dünya Savaşı’nda ağır yaralandı ve 1918’de Paris’te gripten öldü.
Arkadaşı Henri Hertz aşağıdaki konuşmanın ona ait olduğunu söylemiştir.
Açılın ey mezarlar! Müzelerdeki ölüler, saraylarda şatolarda ,manastırlarda paravanların altındaki cesetler! İşte gelmiş geçmiş bütün zamanların anahtarlarını taşıyan efsanevi bekçi. En sağlam kilidi bile zorlayıp açıyor ve sizi bugünün dünyasına,paranın soylu kıldığı teknisyenlerin,hamalların arasına karışmaya çağırıyor. Şovalyenin zırhları kadar güzel olan otomobillerinde kendinizi evinizdeymiş gibi hissetmenizi, uluslararası yataklı vagonlarda yerinizi almanızı,ayrıcalıklardan hala gurur duyabilen insanlarla kaynaşmanızı istiyor sizden. Ama uygarlık fazla süre tanımayacak onlara.
Jean Cocteau
47. ) JEAN COCTEAU : Fransız film yönetmeni. ( DOĞUM : 5 Temmuz 1889, Maisons-Laffitte, Yvelines, FRANSA – ÖLÜM : 11 Ekim 1963, Milly-la-Forêt, FRANSA )
1889 yılında Maisons-Laffitte, Yvelines’te doğan Cocteau gençlik yıllarında şiir ve yazına ilgi duydu. Dönemin sürrealist, dadacı ve kübist öncü sanatçılarıyla arkadaşlıklar kurdu, şiirler, piyesler, romanlar ve şarkı sözleri yazdı. Garip özel yaşamıyla dikkat çekmiş, çeşitli erkekler ve kadınlarla egzantirik ilişkiler yaşamıştır. Bir dönem uyuşturucu da kullanmıştır. Cocteau’nun filmleri yoğun sanatsal ve fikri altyapıları ile fark yaratır. Cocteau modern sanat ve sinema dünyasına çok büyük katkılarda bulunmuştur.
11 Ekim günü Édith Piaf’ın öldüğü açıklandıktan kısa bir süre (aynı gün içinde) çok sevgili dostu Jean Cocteau da hayata veda etti. Cocteau’nun Piaf’ın acısına dayanamadığı için kalp krizi geçirdiği söylenir.
Maurice Rynal
48. ) MAURİCE RYNAL : Fransız sanat eleştirmeni. ( DOĞUM : 1884, Paris, FRANSA – ÖLÜM : 18 Eylül 1954, Paris, FRANSA )
Guillaume Apollinaire ile Kübizm’in ilk savunucularından biriydi.
Andre Derain
49. ) ANDRE DERAİN : Fransız ressam ve heykeltıraş. ( DOĞUM : 10 Haziran 1880, Chatou,Yvelines,FRANSA – ÖLÜM : 8 Eylül 1954, Garches, Hauts – de- Seine , FRANSA )
Henri Matisse ile birlikte Fovizm’in kurucularından biridir.
Derain 1880’de Paris’in hemen dışındaki Chatou, Yvelines, Île-de-France’ta doğdu. 1898’de Académie Camillo’da mühendislik eğitimi alırken Eugène Carrière’in resim derslerine katıldı ve burada Matisse ile tanıştı. 1900’de tanıştığı Maurice de Vlaminck ile aynı stüdyoyu paylaşmaya başladı ve ilk peyzajlarını çizdi. Fransız ordusunda silah altına alındığı 1901 ile 1904 yılları arasında çalışmalarına ara verdi. Terhisinin ardından Matisse, Derain’in anne ve babasını, ressamın mühendislik eğitimini bırakmasına izin vermeleri için ikna etti. Böylece tüm zamanını resim yapmaya ayırabilen Derain Académie Julian’a katıldı.
Derain ve Matisse 1905 yazı boyunca Akdeniz kıyısındaki bir kasaba olan Collioure’da birlikte çalıştılar ve aynı yılın sonlarında oldukça yenilikçi tablolarını Salon d’Automne’da sergilediler. Tablolar, çok parlak ve doğal olmayan renkleri sebebiyle eleştirmen Louis Vauxcelles tarafından alaycı biçimde les Fauves (vahşi hayvanlar) olarak adlandırıldı ve böylece Fovizm hareketi başlamış oldu. Mart 1906’da ünlü sanat simsarı Ambroise Vollard Derain’i şehir hakkında bir dizi tablo yapması için Londra’ya gönderdi. 29’u halen varolan bu 30 tabloda Derain Londra’yı, daha önce Whistler veya Monet gibi ressamların yaptıklarıdan oldukça değişik bir şekilde resmetti. Cesur renkler ve kompozisyonlar kullanan ressam Thames’ın ve Tower Bridge’in birçok resmini çizdi. Bazı Thames resimlerinde noktacılık tekniklerini kullanmıştı ancak noktalar çok büyük olduğundan divisionism tekniğine yaklaşıyordu ve böylece hareket eden suyun üzerindeki güneş ışığının yarattığı renk dağılımı etkili biçimde gösterilebiliyordu.
1907’de sanat simsarı Daniel-Henry Kahnweiler, Derain’in tüm stüdyosunu satın alarak ressama maddi istikrar sağladı. Derain taş heykelciliği üzerine denemeler yaptı. Arkadaşı Pablo Picasso ve diğer önemli ressamlara yakın olabilmek için Montmartre’a taşındı. Buraya taşındıktan sonra ressam, Fovizm’in parlak renklerinden uzaklaşarak daha mat renkler kullanmaya, eserlerinde Kübizm ve Paul Cézanne etkileri göstermeye başladı.Gertrude Stein’a göre Derain, Afrika heykelciliğini Kübistlerden daha önce keşfetmiş ve esinlenmişti.Derain, Guillaume Apollinaire’in 1909’da yayımlanan L’enchanteur pourrissant eseri için primitif tarzda tahtabaskılar hazırladı.
Eserlerini 1909’da Münih’teki Neue Künstlervereinigung’da,1912’de Der Blaue Reiter’de ve 1913’te New York’taki Armory Show’da sergiledi. 1912’de Max Jacob’un şiir derlemesi için illüstrasyonlar yaptı.
Yeni Klasizme Doğru
Bu dönemde Derain’in eserleri, Eski Ustalar üzerine yaptığı incelemeleri gitgide daha fazla yansıtmaya başladı. Eserlerde rengin rolü azalırken formlar keskinleşti; öyle ki 1911-1914 yılları arası ressamın gotik dönemi olarak adlandırıldı. Ressamın 1914’te I. Dünya Savaşı için askere gitti ve 1919’da terhis olana dek çok az resim çizdi. Ancak 1916’da André Breton’un ilk kitabı Mont de Piete için bir set illüstrasyon hazırladı.
Savaşın ardından Derain yenilenen klasizm akımının lideri oldu. Fovizm’in vahşiliği uzun yıllar geride kalmıştı ve ressam artık geleneğin koruyucusu olarak saygı görüyordu.1919’da Ballets Russes’in lideri Diaghilev için La Boutique fantasque balesini tasarladı.Başarılı olan bu denemenin ardından ressam birçok bale tasarımı yarattı. 1920’ler, Derain’in başarısının doruğunda olduğu dönemdi. 1928’de Carnegie Ödülü’nü kazandı ve Fransa dışında, Londra, Berlin, Frankfurt,Düsseldorf, New York ve Cincinnati gibi birçok yerde sergiler açtı.
II. Dünya Savaşı’nda Fransa’nın Almanlar tarafından işgali sırasında Derain genelde Paris’te yaşadı ve Almanlardan ilgi gördü çünkü Fransız kültürünün prestijini temsil ediyordu. 1941’de Almanya’ya resmî bir ziyaret yapması için gelen teklifi kabul etti, başka Fransız sanatçılarla birlikte Nazi heykeltıraş Arno Breker’in Berlin’deki bir sergisine katıldı.Derain’in bu ziyareti Nazi propagandasında doğal olarak oldukça fazla yer bulmuştu. Savaşın sona ermesinin ardından ressam iş birlikçi olarak görülmeye başladı ve daha önceki birçok destekçisi tarafından dışlandı.
Ölümünden bir sene önce, tam olarak iyileşemeyen bir göz iltihabına yakalandı. 1954’te bir aracın çarpması sonucu Garches, Hauts-de-Seine’de yaşamını yitirdi.
Maria Laurencin
50. ) MARİE LAURENCİN : Fransız ressam ve baskı yapımcısı. ( DOĞUM : 31 Ekim 1883, Paris. FRANSA – ÖLÜM : 8 Haziran 1956, Paris, FRANSA )
Laurencin’in çalışmaları arasında tablolar, suluboya, çizimler ve baskılar yer alıyor. Sonia Delaunay , Marie Vorobieff ve Franciska Clausen’la birlikte birkaç kadın kübist ressamdan biri olarak bilinir. Çalışmalarında Kübist ressam Pablo Picasso ve yakın arkadaşı Georges Braque’ın etkisini gösterirken soyutlamaya benzersiz bir yaklaşım geliştirdi ; bu yaklaşım çoğunlukla kadın ve kadın portre gruplarının temsil edilmesine odaklandı. Çalışmalarında, pastel renkler ve eğrisel formları kullanarak kadınsı estetiğin peşinde kübist normların sınırları dışındadır. Laurencin, kadınsılık temalarını ve ölümüne kadar kadınsı temsil biçimleri olarak gördüğü konuları keşfetmeye devam etti. Yapıtları resim, suluboya, çizim ve baskılardan oluşuyor.
1983’te, Laurencin’in doğumunun yüzüncü yıldönümünde, Musée Marie Laurencin, Nagano Bölgesi , Japonya’da açıldı.Müze, eserlerinin 500’ünden fazlasına ev sahipliği yapıyor.
Sonia Delaunay Tarafından Resmedilen ” ELECTRIQUES Prismes ” İsimli Eser
51. ) ORPHİSM : Orphism (Simultanism) Orfizm veya Orfik Kübizm, 1912 yılında Fransız şair Guillaume Apollinaire tarafından ortaya atılan bir terimdir. Fovizmden etkilenmiş saf soyutlama ve parlak renklere odaklanmış bir Kübizm alt dalıdır. Orphizm, Kübizm’den doğan 20’nci yüzyıl sanat akımıdır (koyu renkleri ve kontrastları kullanmayı sürdüren, fakat Kübizm’den daha yumuşak bir stilde). Kübizm’den Soyut sanata geçişte anahtar olarak algılanan bu hareket, František Kupka, Robert Delaunay ve Kübizm monokrom aşamasında renk kullanımını yeniden hizmette Sonia Delaunay tarafından öncülük edilmiştir.
Delaunay’ın resimlerinde, Picasso ve Brague kübizminin aşıldığı, şiirli ve müzikli bir anlatıma varıldığı açıklanmıştır. Bu sanatçı ve akımın özelliği; İzlenimcilerin saf renklerine bağlı olup, Seurat’ın yaratıcılığını da beğenirdi. O, saf anlatımın, simültane kontrastlar üzerine kurulması gerektiğine ve bunun, renklerin dinamizmini ve varlığını anlatmak için biricik olanak olduğuna inanıyordu.
Önemli Sanatçıları;
1. ) Robert Delaunay, (1885 – 1941)
2. ) Sonia Delaunay, (1885 – 1979)
3. ) Frantisek Kupka, (1871 – 1957)
4. ) August Macke, (1887 – 1914)
5. ) Leopold Survage, (1879 – 1968)
Robert Delaunay
52. ) ROBERT DELAUNAY : Eşi Sonia Delaunay ve diğer sanatçılar tarafından güçlü renkler ve geometrik şekiller kullanıldığı belirtilen Orfizm sanat hareketini canlandıran Fransız sanatçı. ( DOĞUM : 12 Nİsan 1885, Paris, FRANSA – ÖLÜM : 25 Ekim 1941, Montpellier, FRANSA )
Daha sonraki eserleri Paul Klee’yi anımsatan soyut eserlerdi. Onun en öenmli özelliği renkleri cesur kullanımı ve hem derinlik hem de ton ile deneysel bir teknik kullanması.
Sonia Delaunay
53. ) SONİA DELAUNAY : Ukrayna doğumlu Fransız sanatçı. ( DOĞUM : 14 Kasım 1885, Hradyzk, UKRAYNA – ÖLÜM : 5 Aralık 1979, Paris, FRANSA )
Çalışma hayatının çoğunu Paris’te geçirmiş ve kocası Robert Delaunay ve diğer sanatçılar ile Orphism sanat hareketini başlatmışlardır. Çalışmaları resim, tekstil tasarımı ve sahne seti tasarımına kadar uzanıyor. 1964 yılında Louvre’da retrospektif bir sergide bulunan ilk yaşayan kadın sanatçıydı.
Modern tasarımdaki çalışmaları , geometrik soyutlama, mobilya, kumaş, duvar kaplamaları ve giysilerin bütünleştirilmesi kavramlarını içeriyordu.
Frantisek Kupka
54. ) FRANTİSEK KUPKA : Soyut resmin öncüsü Çek asıllı Fransız ressam. (DOĞUM: 23 Eylül 1871, Opocno, Bohemya – ÖLÜM: 24 Haziran 1957, Puteaux, Fransa), Olgunluk dönemi yapıtlarıyla 20. yüzyılda salt soyut resmin yerleşmesine büyük katkıda bulunmuştur.
Prag ve Viyana akademileriyle Paris’teki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda öğrenim gördü. 1895’te Paris’e yerleşti. 1908-11 arasında fovizm ile Fransız ressam Seurat’nın geliştirdiği noktacılık tekniğini denedi. Seurat’nın karşıt renkler kuramının etkisiyle renklerin estetik değerlerini araştırmaya yöneldi. Benzer bir çalışma yapan Robert Delaunay eğrisel çizgilerden oluşan salt soyutlamanın ilk temsilcileri oldular. Aynı yıl 1912’de şair ve sanat eleştirmeni Guillaume Apollinaire bu eğilime “müzikal” renk lirizminin sanatı anlamına gelen orfizm adını verdi. Kupka soyut renklerin tıpkı müzik gibi çok derin duygular uyandırabileceğine duyduğu inancı “Kırmızı ve Mavi Füg” (1912, Nârodni Galerie, Prag) gibi resimlerinde ortaya koymuştur.
August Macke
55. ) AUGUST MACKE : Alman ressam. ( DOĞUM : 3 Ocak 1887, Meschede, ALMANYA – ÖLÜM : 26 Eylül 1914, Champagne )
Doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı dışavurumculuk (ekspresyonizm) akımının önde gelen temsilcileri arasında kabul edilir. Henüz 27 yaşındayken Alman Ordusu saflarında savaşırken hayatını kaybetti.
Leopold Survage
56. ) LEOPOLD SURVAGE : Fransız-Rus kökenli Danimarkalı ressam. ( DOĞUM : 31 Temmuz 1879, Lappeenranta, – ÖLÜM : 31 Ekim 1968, Paris, FRANSA )
Çalışma hayatının çoğunu Paris’te geçirmiş ve Robert Delaunay ve diğer sanatçılar ile Orphism sanat hareketini başlatmışlardır.
Marie Vorobieff
57. ) MARİE VOROBİEFF : Rus doğumlu Kübist ressam. ( DOĞUM : 14 Şubat 1892, RUSYA – ÖLÜM : 4 Mayıs 1984, Büyük Londra, İNGİLTERE )
Kübizmin unsurlarını (“Boyutsalcılık” olarak adlandırılır. ) pointillizm ile ikna edici bir biçimde birleştirmesi ve – resimlerin düzenlenmesinde Altın Oran’ın kullanılması yoluyla – uluslararası bir üne sahiptir.
Marie Vorobieff, hayatının büyük bir bölümünü yurt dışında yaşasa da – Fransa’da kübist bir ressam ve İngiltere’de olgun yılları olarak biçimlendirdiği yıllar – genellikle “Rus ressamı” olarak anılır.
58. ) MONOKROM ( MONOCHROME ) : Resim, çizim, tasarım ve fotoğrafların tek renkten oluştuğunu ifade eden bir sözcüktür. Eski Yunancadaki μονόχρωμος kelimesinden gelmektedir.
Sadece gri tonlardan oluşan bir cisim veya resim de monochromatic, gri tonlamalı veya siyah beyaz olarak adlandırılabilir.
Andre Breton
59. ) ANDRE BRETON : Fransız yazar, şair, ve gerçeküstücü kuramcı, Gerçeküstücülüğün babası olarak tanınır.
1924 yılında yayınlanan Gerçeküstücü Manifesto’su ile psikolojik çözümlemeler içeren otonom yazı tekniğini edebiyat dünyasına tanıtmıştır.
Normandiya`da doğdu, tıp ve psikiyatri okudu. Genç yaşlarda Alfred Jarry’nin yaşamına ve eserlerine ilgi duydu, bu eserler onda temel oluşturdu I. Dünya Savaşı sırasında bir nöroloji koğuşunda çalıştı. Burada antisosyal davranışlarıyla geleneksel sanat anlayışlarına karşı çıkan Jacques Vaché ile tanıştı. Onların düşüncelerinden etkilendi. Sanatın bir aptallık olduğunu savunan Jacques Vaché savaştan döndüğünde girdiği bunalımların etkisinden çıkamayarak 24 yaşında intihar etti. Vaché`nin savaş sırasında Breton ve başkalarına yazdığı mektuplar Savaş Mektupları adı altında 1919`da yayınlandı. Bu kitap üzerine Breton`un yazdığı dört adet deneme bulunmaktadır.
1919 yılında Louis Aragon ve Philippe Soupault ile birlikte Edebiyat (Littérature) adlı dergiyi kurdu . Bu yıllarda Dadaist Tristan Tzara ile bağlantıya geçti. 1924 yılında Gerçeküstücü Araştırma Bürosunu`nun kurucu öncülerinden oldu.
Manyetik Çayırlar (Les Champs Magnétiques) kitabı ile otomatik yazı tekniği`ni pratiğe döktü. 1924 yılında Gerçeküstücü Manifesto`yu yazdı ve Gerçeküstü Devrim dergisinin editörü oldu. Etrafında — Philippe Soupault, Louis Aragon, Paul Éluard, René Crevel, Michel Leiris, Benjamin Peret, Antonin Artaud ve Robert Desnos gibi genç yazarlardan bir topluluk oluşması zaman almadı.
Arthur Rimbaud`nun özgür sanat anlayışını ve Karl Marx`ın politik düşüncelerini birleştirmek için sabırsızlanan Breton 1927`de Fransız Komünist Partisi`ne katıldı. 1933`te partiden atıldı. Bu süre içerisinde geçimini kendi sanat galerisinde sattığı tablolarla sağladı.
Breton`un öncülüğünde gerçeküstücülük tüm Avrupa`da ses getiren bir sanat anlayışı oldu ve döneminin tüm sanat dallarını etkiledi. Bu dönemin ürünü olan eserlerde insanın algısının kökenleri ve insanın etrafındaki olaylara bakış açısı sorgulandı.
1938 yılında Fransız hükümetinden aldığı kültürel komisyon ile Meksika`ya gitti. Bu Breton`a Troçki ile tanışma fırsatı sağladı ve beraber Devrimci, Özgür Bir Sanat İçin (Pour un art révolutionnaire indépendent) adlı manifestoyu yazdılar. Manifesto Breton ve Diego Rivera`nın isimleriyle yayınlandı ve o dönemlerde imkânsız gibi gözüken sanatta tam özgürlük çağrısı yapıldı.
Fransız hükümetinin çalışmalarından memnun olmayan Breton 1941`de Amerika Birleşik Devletleri`ne ve Karayip`e sığındı. Burada yazar Aimé Césaire ile tanıştı. Césaire’in Memleket`e Dönüş Defteri (Cahier d’un retour au pays natal) adlı kitabının 1947 baskısının özsözünü yazdı. Breton Paris`e 1946`de geri döndü ve Fransız sömürgeciliğine karşı 121`in Manifestosu`nu yazdı. Bu manifestoda Cezayir Kurtuluş Savaşı`nı ele aldı ve ölene kadar bu konuda çalışmalarını sürdürdü. 1961-1965 yılları arasında ikinci bir gerçeküstücü grubun öncüsü olarak çeşitli sergi ve incelemelerde bulundu. 1959 yılında İspanya`da Gerçeküstücülüğe Saygı adlı bir sergi düzenledi. Bu sergide Salvador Dalí, Joan Miró, Enrique Tábara ve Eugenio Granell gibi ünlü sanatçıların eserlerine yer verildi.
Kitapları arasında durum öyküleri olan Nadja (1928) ve Çılgın Aşk (L`Amour Fou) (1937) bulunmaktadır.
Breton üç kere evlendi;
- İlk eşi Simone Kahn.
- İkinci eşi Jacqueline Lamba.
- Üçüncü ve son eşi Elisa Claro.
André Breton 1966`da, 70 yaşındayken öldü. Mezarı Paris’deki Batignolles Mezarlığı’ndadır.
Alfred Jarry
60. ) ALFRED JARRY : Fransız oyun yazarı, romancı, şair, avangard, gerçek üstücü ve saçma tiyatrosunun kurucusudur.
Daha 15 yaşındayken, örnek olarak öğretmenlerinden birini alarak yazdığı Ubu Roi (1888, Kral Übü ya da Übü) adlı oyunu, önce kukla oyunu olarak Les Polonais adı altında oynanmış; daha sonra 1896′ da Lugnê-Poe tarafından sahnelenmiş, sahne tasarımı ise P. Bonnard ile Toulouse-Lautrec tarafından gerçekleştirilmiştir.
Jarry, “insanlığın başına geçmiş olan burjuvazinin evrensel budalalığını, açgözlülüğünü, utanmazlığını ve canavarlığını” taşlayan kanlı canlı dev bir kukla boyutuyla Rabelais’in Gargantua’sına benzeyen ( ağzını her açtığında söze “merde-bok” diye başlayan ) Übü oyunlarıyla, grotesk tiyatro ile kara gülmece oyunlarının “babası” olarak avangard tiyatro üstüne geniş etkiler bırakmış; Dadacılık ile Artaud’un ‘vahşet tiyatrosu’ nu etkilemiş; “istisna yasaları”nı inceleyen ve evreni buna göre açıklayan “olanaksız çözümler bilimi” olarak adlandırdığı “patafizik kuramı”yla saçma tiyatrosu üstünde derin etkiler bırakmıştır.
Jaques Vache
61. ) JACQUES VACHE : Fransız yazar. ( DOĞUM : 7 Eylül 1895, Lorient, FRANSA – ÖLÜM : 6 Ocak 1919, Nantes , FRANSA )
Louis Aragon
62. ) LOUİS ARAGON : Siyasal eylemci ve komünist şair, romancı ve deneme yazarı. ( DOĞUM : 3 Ekim 1897, Paris, FRANSA – 24 Aralık 1982, Paris, FRANSA )
Bugünkü Fransız ozanlarının en önemlilerinden biri olarak bilinir. Özellikle, Türkçeye Mutlu Aşk Yoktur adıyla çevrilen şiiriyle tanınır.
Önceleri, Dada akımının öncüleri arasında sayılıyordu, sonradan André Breton ve Philippe Soupault ile birlikte bu yüzyılın en önemli şiir akımı olan Sürrealizm’in kurucularından biri oldu. Bugüne değin şiir, roman, eleştiri, deneme, çeviri olarak 61 kitap yayımladı.
Aragon’un ünü, öte yandan, II. Dünya Savaşı’nda gizli karşı koyma hareketiyle daha bir büyümüştür. Le Paysan de Paris adlı romanı, gerçeküstücülüğün en güzel örneklerinden biri olarak gösterilmektedir. Charles d’Orléans’dan, Victor Hugo’ya değin uzayan bir şiir çizgisini sürdürür gibidir. Aragon, Açık yazan ozanlardandır, birçok şiirleri bu yüzden şarkı haline getirilmiştir. Aragon romancı olarak da ün yapmıştır, çağdaş romanında önemli bir yer tutar. Birkaç çevirisi de vardır. 24 Aralık 1982’de Paris’te ölmüştür.
Philippe Soupault
63. ) PHİLİPPE SOUPAULT : Fransız yazar ve şair, romancı, eleştirmen ve siyasi eylemci.
Dadaizm’de aktifti ve daha sonra Sürrealist hareketi André Breton’la kurdu. Soupault, periyodik Littérature’yı, 1919’da Paris’teki yazarlar Breton ve Louis Aragon’la birlikte başlattı ve birçok kişi için Sürrealizmi atmosferini başlattı. Otomatik yazının ilk kitabı olan Les champs magnétiques (1920), Soupault ve Breton’un ortak yazarlığıydı.
1927’de Soupault, eşi Marie-Louise’nin yardımıyla William Blake’in Masumiyet ve Deneyim Şarkılarını Fransızca’ya çevirdi. Ertesi yıl, Soupault, şairin edebiyatta Sürrealist hareketi öngören bir “dahi” olduğunu savunan Blake üzerine bir monograf hazırladı. Radyo Tunus’u Vichy yanlısı rejim tarafından tutuklandığında 1937’den 1940’a kadar yönetti. Cezayir’e başarıyla kaçtı.
II. Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından hapsi tutulan Soupault, Swarthmore Koleji’nde öğretim görevlisi olarak ABD’ye gitti ancak Ekim 1945’te Fransa’ya döndü. Yapıtları arasında Akvaryum (1917) ve Rose des vent (1920) ve Les Dernières Nuits de Paris romanı (1928; Paris’in Son Geceleri, 1929).
1957’de Germaine Tailleferre operası La Petite Sirène’in yazdığı senaryo, Hans Christian Andersen’in masalını “The Little Mermaid” adlı eseri üzerine yazdı. Bu eser 1959’da French Radio National tarafından yayınlandı.
1990’da Soupault öldü, Sırp rock grubu Bjesovi şiirinin Gürcistan versiyonunu Sırpça kaydetti.
Soupault’un kısa öyküsü “Nick Carter’ın Ölümü”, Robin Walz tarafından 2007’de çevrildi ve McSweeney’nin Üç Aylık Dönemi’nin 24. sayısında yayınlandı.
Paul Eluard
64. ) PAUL ELUARD : Dadacı vegerçeküstücü Fransız şair. ( DOĞUM : 14 Aralık 1895, Saint – Denis, FRANSA – ÖLÜM : 18 Kasım 1952,Charenton-le-Pont, FRANSA )
1912’de İsviçre, Davos’taki Clavadel sanatoryumunda verem tedavisi görürken genç bir Rus kızıyla, Helena Dmitrievna Diakonova ile tanıştı, ona Gala adını verdi. 1917 Şubat ayında evlendiler. André Breton ve Louis Aragon ile tanıştı, her ikisiyle de uzun ve siyasi görüş ayrılıklarıyla gölgelenen bir ilişki kurdu.
I. Dünya Savaşı’nda cephede görev aldı ve bu dehşetin anılarını ‘Le Devoir’ adlı şiir derlemesinde dile getirdi. Savaş sonrasında önce Dada hareketine, sonra da gerçeküstücü akıma aktif olarak katıldı. 1929 yılında Dali’yle tanışan Gala, Éluard’dan ayrıldı. Éluard ise 1930’da, Nusch adını vereceği Maria Benz’le tanışıp 1934 yılında evlendi. Bu arada, 1926 yılında diğer gerçeküstücülerle birlikte üye olduğu Fransa Komünist Partisi’nden 1933 yılında ihrac edildi. II. Dünya Savaşı sırasında direniş hareketinin büyük şairlerinden biri olan Eluard, 1942 yılında, içinde ünlü ‘Özgürlük’ şiirinin de yer aldığı ‘Poésie et Vérite’ adlı derlemeyi gizlice yayımladı. Fransa özgürlüğüne kavuştuktan sonra büyük şöhret kazandı. 1952 yılında bir kalp krizi sonucunda öldü.
Éluard, hem aşk hem de devrim şairi olarak 20. yüzyılın en büyük Fransız edebiyatçıları arasında gösterilir. Fransız Komünist Partisi’ne katılması sonucu gerçeküstücü hareketten kopan şair, şiirlerinde Stalin’i yüceltmiştir. Milan Kundera, anılarında, arkadaşı, Prag’lı yazar Zavis Kalandra’nın idamını Élouard’ın ayan beyan savunduğunu duyduğunda hayrete düştüğünü anlatır.
‘La Vie immédiate’ (1932), ‘La Rose publique’ (1934), ‘Les yeux fertiles’ (1936) ve ‘Cours naturel’ (1938) yapıtlarından birkaçıdır.6
Rene Crevel
65. ) RENE CREVEL : Sürrealist Fransız yazar. ( DOĞUM : 10 Ağustos 1900, Paris,FRANSA – ÖLÜM : 18 Haziran 1935, Paris, FRANSA )
René Crevel, 1900 yılında Paris’te doğdu. 14 yaşındayken babasının intiharına tanıklık etti ve bu olayın etkisini ömrü boyunca üzerinden atamadı. Üniversitede İngiliz dili eğitimi gördü. 21 yaşındayken André Breton ile tanıştı; ondan etkilenerek, 1924 yılında, sürrealist harekete ilk katılanlar arasında yer aldı. Ancak iki yıl sonra, eşcinselliği nedeniyle -yine Breton tarafından- hareketten dışlanacaktı. Moral bozukluğu ve hastalığının etkisiyle morfin kullanmaya başladı. Buna rağmen Détours (1924), Mon Corps et moi (1925), La Mort difficile (1926) ve Babil (1927) romanlarıyla sürrealist akımın “altın çocuğu” olarak kabul gördü. 1929 yılında Troçki tarafından yeniden sürrealistere katılmaya ikna edildi. Dönüşünün ardından Crevel, komünistlerle sürrealistleri bir araya getirmeye çalıştı. Salvador Dali’ye göre sürrealistler içindeki tek gerçek komünist Crevel’di. Ancak çok uzun yaşamadı. 1935 senesinde Stalincilerin önderliğinde Paris’te düzenlenen “Kültürü Müdafaa Eden Yazarlar Kongresi”nde sürrealistlerin konuşma özgürlüğü engellenince, kendi nihai sürrealist protesto biçimi olarak intihar etmeyi seçti.
Crevel, 18 Haziran 1935’te evinin mutfağında hava gazı ile intihar etti. Bıraktığı notta, “Bedenimi yakın. İğrenç,” yazıyordu.
Michel Leiris
66. ) MİCHEL LEİRİS : Fransız yazar ve etnolog. ( DOĞUM : 20 Nisan 1901, Paris, FRANSA – ÖLÜM : 30 Eylül 1990, Saint Hilaire, FRANSA )
Leiris, yapıtlarında hem iki savaş arası hem de savaş sonrası kuşağının bunalımlarını, içine düştüğü boşluğu dile getirir.
Leiris, Yeni Roman’ın dışladığı yazarın yaşam deneyimini özyaşam öyküsü, anı, günce aracılığıyla anlatan yazarlar arasında yer alır.
1931’de Dakar ve Cibuti’ye giden araştırmacılar topluluğuna etnolog olarak katılmış. Fransa’ya döndükten sonra İnsanlık Müzesi ve Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nde çalışmıştır. Aragon, Prévost, Desnos, Éluard, Paulhan, Triolet gibi birçok yazarla birlikte Direniş’e katılmış, 1945’te Sartre, Aron, Simone de Breauvoir, Merleau-Ponty ile birlikte Les Temps modernes dergisinin kurucuları arasında yer almıştır.
Gerçeküstücü esin taşıyan ilk yapıtı Simulacre (1925), bir sözcük puzzle’ı olarak nitelendirilir. Daha sonra yayımlanan Miroir de la Tauromachie (1938), Glossaire, j’y serre mes gloses (1939) ve Toro (1951), Erginlik Yaşı’nı hazırlayan yapıtlardır.
Benjamin Peret
67. ) BENJAMİN PERET : Fransız şair Parisli Dadaist ve Fransız Sürrealist hareketinin kurucusu ve merkezi üyesi.Süper-gerçekçi otomatizmi büyük bir istekle kullandı . ( DOĞUM : 4 Temmuz 1899,Rezé , Loire-Atlantique, FRANSA – ÖLÜM : 18 Eylül 1959, Paris,ile-de-France, FRANSA )
1924 sonbaharında La Révolution surréaliste gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yapmış ve 1928’de Brezilya’ya eşi Elsie Houston ile 1929’da göç etmeden önce Le Grand Jeu’yu yayımlamıştır.
Antonin Artaud
68. ) ANTONİN ARTAUD : Fransız oyun yazarı, oyuncu, yönetmen ve şair.Avangart tiyatronun kuramcısıdır. ( DOĞUM : 4 Eylül 1896, Marsilya, FRANSA – ÖLÜM :4 Mart 1948, Paris, FRANSA )
Dört yaşında geçirdiği menenjit hastalığı onu ergenlik dönemine kadar takip eder. Yine bu dönemde girdiği depresyonlardan kaynaklı sanatoryuma yatırılır. Burada Arthur Rimbaud, Charles Baudelaire ve Edgar Allan Poe kumaya başlayan Artaud aynı zamanda şiir de yazmaya başlar.
27 yaşında Paris’e taşınan Artaud burada tiyatro yazarlığı ve film yönetmenliğine başlar. Nazilerin Fransa’yı işgal ettiği dönemde Rodez’deki bir psikiyatri kliniğine yatırılır. Burada sanat terapisi yanında elektro şok tedavisi gören Artaud resim çizmeye ve yazmaya başlar. Bugünkü Psikologlar Artaud’nun hastalığının şizofreni olduğu kanısındalar.
1948 yılında yakalandığı bağırsak kanserinden kısa bir süre sonra ölür. Yatağında oturmuş, bir elinde ayakkabısı olacak şekilde bulunan Artaud’nun ölüm nedeni aşırı derecede uyuşturucudur. Fakat Artaud uzun süreden beri kronik ağrılarından dolayı laudanum, afyon, eroin ve peyote gibi uyuşturucular kullanmaktadır ve bu dozun öldürücü olduğunu bilip bilmediği tartışılmaktadır. (1930’a kadar eroin yasak değildir ve Artaud René Crevel ile birlikte yasağa karşı mücadele eder)
Sanat Hayatı :
Artaud, 1920’de Paris’e gelmiş, ünlü yönetmenlerden Charles Dullin’in yanında öğrenim görmüştür. Lugne-Poe ve Louis Jouvet gibi yönetmenlerle çalışmış; Andre Breton, R.Vitrac ve Louis Aragon’la beraber sürrealizm hareketini başlatmıştır. Révolution Surréaliste ve Nouvelle Revue Française’i yazan Artaud, 1927 yılındasürrealistlerden bağını koparmıştır. 1928 yılında Çılgın Anne (La Mére folle) oyununu sergiledi. 1930’lu yılların sessiz filmlerinde oynadı. 1936-37’de Meksika veİrlanda’ya geziler yaptı, ancak sinirsel rahatsızlıkları yüzünden 1943’e kadar psikiyatri kliniklerinde yatmak durumunda kaldı.
Artaud, 1932 ve 1933 yıllarında “Vahşet tiyatrosu” bildirileri yayımlayarak (Le manifest du théatre de la cruauté), tiyatro görüşlerini “Tiyatro ve İkiz” (Le théâtre et son double) adlı kuramsal kitabında dile getirmiştir. Bu görüşlerine yer vermeye yeltendiği tek oyunu, Shelley ile Stendhal’in yapıtlarına dayanan Les Cenci olmuştur.
Robert Desnos
69. ) ROBERT DESNOS : Fransız şair. ( DOĞUM : 4 Temmuz 1900,
Sürrealizm’in öncü temsilcilerindendir. Sürrealist Andre Breton’la arasının açılması üzerine, ikinci sürrealist manifestosundan sonra topluluktan ayrıldı (1928). Alman Gestapo tarafından 22 Şubat 1944’te Orta Avrupa’da bulunan Theresienstadt kampına sürüldü. Esaret hayatı devam ederken hayata gözlerini yumdu. Ölmeden çok kısa bir süre önce yazmış olduğu “J’ai tant rêvé de toi” isimli şiir mısraları modern edebiyatta oldukça popülerdir.
Karl Marx
70. ) KARL MARX : 19. yüzyılda yaşamış, Yahudi asıllı filozof, politik ekonomist ve devrimci. ( DOĞUM : 5 Mayıs 1818, Trier, Ren Bölgesi, PRUSYA – ÖLÜM : 14 Mart 1888, Londra, BİRLEŞİK KRALLIK )
Marx’ın ekonomi alanındaki çalışmaları, günümüzde emeği, emek-sermaye ilişkisini ve bunları takip eden ekonomi düşüncesini kavramanın büyük bir kısmı için temel oluşturdu.
Sosyoloji ve sosyal bilimleri başlatan isimlerdendir. En bilinenleri Komünist Manifesto (1848) ve Kapital (1867-1894) olmak üzere hayatı boyunca sayısız kitap yayımladı. Karl Marks hakkında en fazla eser yazılan kişiler listesinde ilk sırada yer almaktadır.
Orta düzeyde zengin bir ailede, o tarihlerde Prusya’nın içinde yer alan Ren bölgesindeki Trier şehrinde doğan Marx, Genç Hegelcilerin felsefe düşünceleri ile ilgilendiği Bonn ve Berlin Üniversiteleri’nde öğrenim gördü. Çalışmalarından sonra Köln’de radikal bir gazetede yazmaya ve tarihsel materyalizm üzerinde çalışmaya başladı. 1843’te diğer radikal gazetelerde yazmaya başlayacağı ve kendisinin ömür boyu dostu ve çalışma arkadaşı olacağı Friedrich Engels ile tanışacağı Paris’e taşındı. 1849’da sürgüne gönderildi ve karısı ve çocukları ile beraber toplumsal ve ekonomik hareketler hakkında teorilerini yazacağı ve olgunlaştıracağı Londra’ya taşındı. Bu süre içerisinde sosyalizm için yapılan mücadelede yer aldı ve Birinci Enternasyonal’de önemli bir figür haline geldi.
Marx’ın toplum, ekonomi ve siyaset hakkındaki teorileri -bir bütün olarak Marksizm- insan toplumlarının sınıf savaşımı-üretimi kontrol eden yönetici sınıf ile üretim için gereken emeği sağlayan mülksüz bir emekçi sınıf arasındaki çatışma- ile ilerlediğini iddia etmektedir.
Marx, devletlerin yönetici sınıf tarafından idare edildiğini ve devletin ortak kamu çıkarı adına hareket eder gibi yapıp yönetici sınıfın çıkarları doğrultusunda yönetildiğini düşünmekte ve daha önceki sosyoekonomik sistemler gibi kapitalizmin de kendi yıkımına ve yeni bir sistem olan sosyalizmin onun yerini almasına neden olacak iç gerilimler ürettiğini öngörmektedir.
Kapitalizmin içinde burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıf çelişkilerinin çalışan sınıfın siyasi zaferi ve bunun sonucu kurulacak sınıfsız bir toplum;komünizm:özgür üreticiler birliğitarafından yönetilen bir toplumun ortaya çıkacağını iddia etmektedir.Marx düşüncelerinin hayata geçmesi için etkin bir mücadele verdi; emekçi sınıfın kapitalizmin yıkılması ve sosyo ekonomik bir değişimin geçirilmesi için düzenli bir devrim hareketini yürütmek zorunda olduğunu savundu.
Marx insanlık tarihindeki en etkileyici figürlerden biridir.Dünya çapında birçok entelektüel, işçi sendikaları ve siyasi parti onun temel çalışmalarından farklı biçimlerde etkilenmiştir.
Lev Troçki
71. ) LEV TROÇKİ : Bolşevik siyasetçi, devrimci ve Marksist teorisyen. ( DOĞUM :7 Kasım 1879, Bereslavka, UKRAYNA – ÖLÜM :21 Ağustos 1940, Coyoacán, MEKSİKA )
Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarında etkili bir siyasetçiydi. Dışişlerinden Sorumlu Halk Komiseri görevini alan ilk kişi, Kızıl Ordu’nun kurucusu ve komutanı, Savaştan Sorumlu Halk Komiseri oldu. Ayrıca Bolşevik Parti’nin Politbüro üyesiydi.Josef Stalin ile giriştiği siyasi mücadeleyi kaybedince resmi görevlerden alındı ve Sovyetler Birliği’nden sürgün edildi.
Önemli Marksist teorisyenlerden biridir, görüşleri Troçkizm adıyla anılır, Stalin ve Mao’nun görüşlerine karşı en önemli muhalefet hareketini oluşturur.
Lev Davidoviç Bronştayn adıyla Yanovka’da küçük toprak sahibi bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak doğdu. Troçki adını 1902 yılından itibaren kullanmaya başlamıştır.
1917 Rus devrimi’nin önde gelen isimlerindendir. Sovyetler Birliği’nin kurulmasında, ihtilâl sonrası iç isyanların ve ayaklanmaların bastırılmasında birinci derecede rol oynadı. Kızıl Ordu`nun kurucusu olarak kabul edilir. Lenin’in ardından Sovyetlerin ikinci adamı oldu. Lenin’in ölümünden sonra Stalin ile giriştiği iktidar mücadelesini kaybetti, uzun yıllar Sovyetler Birliği’nde Bolşevik Parti üyesi olarak kalan Troçki, Bolşevik Parti’ye karşı bir işçi ayaklanması örgütlenmesi ve işçi sınıfı iktidarına karşı silahlı ayaklanmayı teşvik etme suçlarıyla suçlandı ve ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Daha sonra kaleme aldığı “İhanete uğrayan devrim” analizi batı burjuvazisi tarafından ilgiyle karşılandı.
Salvador Dali
72. ) SALVADOR DALİ : Katalan sürrealist ressam. Gerçeküstü eserlerindeki tuhaf ve çarpıcı imgelerle ünlenmiştir. En iyi bilinen eseri olan Belleğin Azmi,ni 1931’de bitirmiştir. ( DOĞUM : 11 Mayıs 1904,Figueres, Katalonya, İSPANYA – ÖLÜM : 23 Ocak 1989, Figueres, Katalonya, İSPANYA )
Dalí, ressamlığın yanı sıra heykelcilik, fotoğrafçılık ve filmcilikle de ilgilenmiş, Amerikan animasyoncu Walt Disney ile beraber yaptığı Destino adlı kısa çizgi film, 2003’te “en iyi kısa animasyon filmi” dalında Oscar adayı olmuştur.
Katalonya doğumlu olan Dalí, 711 yılında İspanya’yı fethetmiş olan Mağribiler’in soyundan geldiğini iddia etmiş, “süslü ve cafcaflı olan her şeye, lüks hayata ve doğu kıyafetlerine olan düşkünlüğünü” de “Arap kökeni”ne bağlamıştır.
Dalí hayatı boyunca, sanatıyla olduğu kadar eksantrik giyimi, davranışları ve sözleriyle de dikkat çekmiş, bu durum kimi zaman, onun sanatını takdir edenleri de etmeyenler kadar usandırmıştırBu davranışların getirdiği kötü şöhret, Dalí’nin geniş kesimlerce tanınmasını sağlamış ve eserlerine duyulan ilgiyi arttırmıştır.
Eserleri :
Dalí hayatı boyunca, 1500’den fazla resim ve onlarca heykelin yanı sıra, çeşitli taş baskı eserler, kitap illüstrasyonları, tiyatro dekorları ve kostümleri üretmiştir. Ayrıca, Man Ray, Brassaï, Cecil Beaton ve Philippe Halsman gibi fotoğraf sanatçılarıyla ve Elsa Schiaparelli, Christian Dior gibi moda tasarımcılarıyla beraber çalışmıştır.
Bugün Dalí’nin eserlerinin büyük çoğunluğu, Figueres’deki Dalí Tiyatro ve Müzesi’nde bulunur. Florida’nın St. Petersburg kentindeki Salvador Dalí Müzesi, Madrid’deki Reina Sofia Müzesi ve Los Angeles’taki Salvador Dalí Galerisi de sanatçının yüzlerce eserini barındırır.
Dalí’nin 1965’te New York’taki Rikers Island Hapishanesi’ne bağışladığı çarmıha gerilmiş İsa resmi, 1981’e kadar hapishanenin yemekhanesinde asılı durduktan sonra buradan alınarak hapishanenin lobisine asılmış, 2003’te ise kimliği belirsiz kişilerce lobiden çalınmıştır.
20. yüzyılın en önemli sanatçılarından, sürrealizmin yani gerçeküstücülük akımının temsilcisi Salvador Dali’nin başlıca esin kaynağı düşler, korkular ve hayaller ile Dali, resim sanatının akışına yön veren eserleriyle İstanbul’da da sergilenmiştir. Dali’nin kapsamlı bir retrospektifi niteliğini taşıyan “İstanbul’da Bir Sürrealist Salvador Dali” adlı sergisinde, İspanyol sanatçının yağlı boya tabloları, çizimleri ve grafiklerinin yanı sıra el yazmaları, defterleri, mektupları ve fotoğrafları gibi 380 parça eseri sergilenmiştir.
Enrique Tabara
73. ) ENRİQUE TABARA : Ekvadorlu ressamı ve öğretmen.İspanyol yazıt ve sanatsal kültürünü temsil etmektedir. ( DOĞUM : 1930, Guillaquil, EKVADOR )
Tábara, üç yaşında resim çalışmalarına ilgi duydu ve altı yaşına kadar düzenli olarak çizim yaotı Bu ilk yıllarda, Tabara, hem kız kardeşi hem de annesi tarafından resim yapmaya teşvik edildi.
Tábara, 1913’te Rus sanatçı Vladimir Tatlin, Uruguaylı ressam Joaquín Torres Garcia ve Paris / Ekvator ressamı Manuel Rendón aracılığıyla Avrupa ve Latin Amerika’ya giren Yapılandırmacı Hareketten büyük ölçüde etkilendi . Torres Garcia ve Rendón, Tábara, Aníbal Villacís , Theo Constanté , Oswaldo Viteri , Estuardo Maldonado , Luis Molinari , Félix Arauz ve Carlos Catasse gibi Latin Amerikalı sanatçılar üzerinde çok önemli bir etki yarattı .
Eugenio Granell
74. ) EUGENİO GRANELL : İspanyol Sürrealist ressam. ( DOĞUM : 28 Kasım 1912, A Coruna, İSPANYA – ÖLÜM : 24 Ekim 2001, Madrid, İSPANYA )
Bilinçaltı derinliklerinden tüm sürrealistlerin beğenisine kadar uzanan Granell’in eserleri, yaşadığı yerlerden, özellikle Karayiplerin coşkusundan, İspanyol ve yerli kültürlerin karışımından etkilenir .
Sürrealizm , bireyi ve toplumu aklın bastırılmasından kurtaran, yaratıcının içgüdülerini ve hayallerini ifade etmesine izin vermekten başka sanatın hiçbir toplumsal işlevini kabul etmez. 1959’da André Breton , Salvador Dalí , Joan Miró , Enrique Tábara ve Eugenio Granell’in çalışmalarını sergileyen Sürrealizmin Yıldönümünü kutlamak için Sürrealizme Saygı adlı sergiyi düzenledi .
Granell’in çalışmalarında hiçbir sansür yoktur. Ağaçların, hayvanların ve insanların bir araya geldiği, değişmeyen metamorfoz geçiren hibrid varlıklara tanık olmayan şiir çiçekleri. Güçlü renklerin,insan figürlerinde, ya da bilinmeyen bir dünyanın mikroskobik bir boyutu gibi görünen kompozisyonlarda çerçevelenmiş kompozisyonlarla çerçevelendiği eserler. Sürrealistlerin özgürlük ifadesi olarak savundukları eğlenceler, bu sanatçının çalışmalarının tamamına yayılıyor.
Granell ve eserleri, monograflar ve kataloglar gibi önemli kitaplar çoğunlukla İspanyolca veya Galiçyaca’dır, ancak Amerika da dahil olmak üzere tüm dünyada kütüphanelerde yaygın olarak bulunmaktadır. Fundación Granell tarafından yayınlanan Granell sergileri kataloglarının tamamı da İngilizce olarak yazılmıştır. Granell, ayrıca Picasso’nun Guernica’sına ilişkin bir meditasyon ve eleştiri yansıması kitabı yayınladı ve bu kitap İngilizce olarak yanı sıra İspanyolca ve Galiçyaca’da da sunulmaktadır.
Granell eserleri, New York Modern Sanat Müzesi ve Madrid’deki Reina Sofia Müzesi de dahil olmak üzere önemli müzelerde sergilenmektedir.
KAYNAKÇA :
1.) https://en.wikipedia.org
2. ) www.kultur.gov.tr
3. ) www.muze.gov.tr
4. ) baksi.org/
5. ) www.dogancaymuseum.org
6. ) www.istanbulkulturturizm.gov.tr
7. ) www.galatamevlevihanesimuzesi.gov.tr
8. ) www.galerist.com.tr
9. ) www.sadberkhanimmuzesi.org.tr
10. ) www.sakipsabancimuzesi.org
11.) www.paul-signac.org
12. ) www.biography.com
13. ) www.georgesseurat.org
14. ) https://www.britannica.com
15. ) www.encyclopedia.com
16. ) www.eugenedelacroix.org
17. ) www.artble.com
18. ) https://www.nationalgallery.org.uk
19. ) https://www.wikiart.org
20. ) www.theartstory.org
21. ) www.fundacio-artigas.com
22. ) www.pablopicasso.org
23. ) www.andresalmon.org
24. ) https://www.poetryfoundation.org
25. ) https://www.artsy.net
26. ) www.391.org
27. ) www.newcriterion.com
28. ) https://tr.wikiquote.org
29. ) https://www.poets.org
30. ) www.historyguide.org
31. ) www.history.com
32. ) www.enciclopediadelecuador.com
34. ) www.fundacion-granell.org
35. ) https://www.salvador-dali.org
36. ) www.theartstory.org
37. ) www.dalipaintings.com
38. ) www.art.com
DETAYLI KAYNAKÇA :
1.) Yenel, Aydanur – “Devlet Resim ve Heykel Müzesi”
2.) http://baksi.org/muze-Hakkinda
3. ) Doğançay Müzesi Resmî Sitesi
4. ) “İstanbul Galata Mevlevihane Müze Müdürlüğü”. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü.
5. ) “İstanbul Mevleviliği”. Galata Mevlevihanesi Müzesi.
6. ) “Sergi Haberleri”. Galerist web sitesi.
7. ) “İstanbul’un kültür alanı genişliyor.” ntvmsnbc. 21 Mart. 2011.
8. ) EGOFUGAL, 7th International Istanbul Biennial catalogue, curated by Yuko Hasegawa, 2001
9. ) Poetic Justice, 8th International Istanbul Biennial catalogue, curated by Dan Cameron, 2003
10. ) Istanbul, 9th International Istanbul Biennial catalogue, curated by Vasif Kortun and Charles Esche, 2005
11. ) “Kimlik Arayışı: I. Ulusal Mimarlık Akımı”. MimarlikMuzesi.org. 2 Haziran 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Mart 2011.
12. ) “Modernizm ve Ulusun İnşası, Sibel Bozdoğan, 2003”. Arkitera.com. Erişim tarihi: 26 Kasım 2010.
13. ) “Mimarlık ve Kimlik Temrinleri- I: Türkiye’de Modern Yapı Kültürünün Bir Profili, Doç. Dr. Aydan Balamir, ODTÜ Mimarlık Bölümü”
14. ) Murat Burak Altınışık, Birinci Ulusal Mimarlık Anlatısına Mimar Kemalettin Bey ve Vedat Tek Üzerinden Eleştirel Bir Bakış Denemesi,
15. ) Süha Özkan,Mimar Vedat Tek (1873-1942), Arkitekt Dergisi, Cilt:1973, Sayı 121-122, Kasım-Aralık 1973, Ankara
16. ) Afife Batur, Bir Meşrutiyet Aydını: Mimar Vedad Tek,
17. ) Hasan Kuruyazıcı (2008). Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu. Yapı Kredi Yayınları.
18. )”Giulio Mongeri”. MimarlikMuzesi.org.
19. ) Bornovalı, Sedat (Aralık 2016). “Bir İtalyan Mimarın İlk Ankara Ziyareti: Giulio Mongeri-1897”. Ankara Araştırmaları Dergisi 4
20. ) “Mimarlık Eğitimine Yön Verenler I: 1883-1923 Sanayi-i Nefise Mektebi Giulio Mongeri”
21. ) “Ali Talat Bey”. KentHaber.com.
22. )Son Halife Abdülmecid Efendi ve Resim Sanatına Katkısı, The Art History Journal, 13.02.2011
23. ) İlber Ortaylı, Türk resminin öncü halifesi Abdülmecid, Milliyet gazetesi, 03.12.2007
24. ) Nurinnisa Eroğlu, Bestekar Halife Abdülmecid, Sanatatak, 15.10.2013
25. ) “Fikret Mualla”. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Sanal Müze.
26. ) fikretmualla.com
27. ) Yalın Alpay & Prof. Dr. Emre Alkin (2016) Mualla’nın Sanatı, Sosyal Yayınlar, İstanbul, s.66